Stephan gözlerini genç kızın dudaklarına indirirken kafasını biraz daha aşağı eğdi ve usulca dokundu onlara. Eloise dudaklarının üstünde hissettiği baskıyla taş kesilirken Stephan yanağında ki elini ensesine doğru kaydırmıştı.
Büyük elini kızın ensesinden yukarı okşayarak çıkarıp ıslak saçları arasına daldırdı,öpüşünü biraz daha derinleştirirken bir şey düşünmüyordu Stephan. Dışarıda hala yağmur damlalarının kısık sesi gelirken karşısında sulanmış gözlerle kendisine bakan bu alev saçlı kız bir anlık ilgisini çekmişti sadece o kadar…Boşta olan elini kızın ince beline dolayarak kaskatı kesilmiş bedenini kendine doğru çekti.
Eloise şoka girmiş gibi hareketsiz dururken belinden tutularak ileri çekilince düştüğü boşluktan çıktı,ıslak saçlarının arasında dolaşan elin verdiği tiksindirici hisle tamamen kendine geldi ve kollarını kaldırıp var gücüyle onu kendisine doğru çeken adamı göğsüne vurarak geri itti. Zayıf vücudundan beklenmeyecek kadar güçlü bir itişti yaptığı. Genç adam hazırlıksız yakalandığı için göğsüne aldığı bu darbeyle geriye doğru sendelemişti.
Eloise’in beynine sıçrayan sinir yeni yeni etkisini göstermeye başlarken “Adi şerefsiz” diye bağırdı ve adamı bir kez daha ilkinden daha kuvvetli bir şekilde itti. Stephan kendini toparlayamadan bir darbe daha alınca tüm dengesini kaybetmişti. Geri doğru savrulan bedenini dengede tutmaya muvaffak olamayınca biraz önce zorlanarak açtığı kapıya çarptı sertçe ve acı bir çığlık döküldü dudaklarından. Kapının keskin köşesi hızla üzerine gelen Stephan’ın kafasına çarpmıştı.
Genç adam acıyla büyük bir küfür savururken elini başına götürdü,geri çektiğinde parmaklarına sıcak bir kızıllık bulaşmıştı.
“Seni küçük fare” diye söylendi sinirle ileri gelirken. Eloise’i bileğinden yakalayıp kendine çekerken elindeki kanı kızın beyaz elbisesinin koluna bulaştırmıştı. Burnundan solur halde kızın yüzüne yaklaştırdı yüzünü ve dişlerini sıkarak “Ne halt ettiğini sanıyorsun sen ?” diye sordu.
Kıvılcımlar saçan gözlere bakarken korkudan eser yoktu Eloise’in gözlerinde. Bileğini sert bir hareketle onun elinden kurtarırken “Bana saldırmanın bedelini ödüyorsunuz” dedi öfkeyle. Elini dudaklarına götürüp bastırarak silerken midesi bulanıyormuş gibi yüzünü buruşturmuştu.
“Sana saldırmak mı ?” diye söylendi Stephan birkaç adım geri çekilirken,yüzüne acıyla karışık alaycı bir ifade yerleşmişti.
“Alt tarafı dudaklarına dokundum o kadar,bu mu sana saldırmak oluyor ? Ablan evlendikten sonra sıra sana gelecek. Yerinde olsam bana yaklaşan adamların kafasını kırmaya çalışmazdım,eğer seninle flört etmek isteyen adamlara da bunu yaparsan asla evlenemezsin”
“Benim evliliğim sizi ilgilendirmez” diyerek onun sözünü kesti Eloise,ikinci kez kendi hayatı hakkında ithamlarda bulunuyordu Stephan. Ve bu durum canını fazlasıyla sıkıyordu.
“Anlaşmayı imzaladığınıza göre artık çiftliğime gelmenize gerek kalmadı,gidin ve bir daha adımınızı bile atmayın buraya.Sizin gibi birini topraklarımda görmek istemiyorum”
Stephan alayla baktı kıza,karşısında burnu Kaf dağındaymış gibi konuşan kızı incelerken biraz önceki hareketine mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Kesinlikle biranlık boşluğuna gelmiş olmalıydı yoksa kesinlikle böylesine düşüncesiz bir harekette bulunmazdı. Kızın keçeleşmiş gibi duran ıslak saçlarına ve çille kaplı öfkeli suratına baktı bir kez daha ve biraz önce gözüne güzel görünen şeylerin aslında hiçte güzel olmadığına kanaat getirdi. Bir anlık yaşadığı yanılsama kafasının arkasında kanayan bir yaraya neden olmuştu işte.
Kızın ona saçlarını kurutması için verdiği bezi kanayan yere bastırırken “Babanız için üzülüyorum” dedi kibirli bir bakış atıp “Hiçbir iyi meziyeti olmayan kızını evlendirmek için çok uğraşması gerekecek zavallı adamın. Umarım sizin bu saçma hırçınlığınızı dizginleyecek bir eş adayı bulabilir,böylece kocanızın önünde diz çökerken bu büyük burnunuz biraz sürtmüş olur”
"Asla" diye haykırdı genç kız, öfkesinden kıpkırmızı olmuştu ve kırarcasına dişlerini sıkıyordu.
Stephan’ın acısı yüzünden buruşturduğu yüzüne dik dik bakarak "Asla bir adamın önünde diz çökmeyeceğim” dedi buz gibi bir sesle ve her kelimeye basa basa “Eğer bir gün bunu yaparsam o gün öldüğüm gün olur" diye devam etti.
Stephan başının arkasında şiddetle zonklayan ağrı yüzünden gözlerini kısarken iğrenerek baktı kıza ve "O gün bir gün gelecek" diye tısladı “Bir adamın önünde diz çökeceksin ve o büyük burnun yerde sürtecek”
Elindeki kanlı bezi kulübenin ortasına fırlatıp hızla arkasını dönerek aralık duran tahta kapıdan dışarı çıktı. Onun peşinden bakarken genç kızın içinde tarifi imkansız bir öfke fırtınası kopuyordu.
Adamın atına binişini kapı aralığından izlerken “Asla” diye tekrarladı öfkeyle “Asla diz çökmeyeceğim”
Stephan’ın atı ormanın içinde gözden kaybolunca kulübeden çıktı ve kendi atına atlayıp diğer atı da yanına alarak çiftliğe doğru sürdü. Yol boyunca içinden o lanet olasıca adama küfretmiş,her aklına gelişinde onun dudaklarıyla dokunduğu dudaklarını parçalarcasına silmişti. Onu bir daha görmeyeceğini düşününce öfkesi biraz da olsa diniyordu ama sonrasında söyledikleri sözler kulaklarında yankılanıyor ve daha büyük bir öfke nöbetinin içine giriyordu.
Ahırların önüne geldiğini seyis yedekte ki atın yularını elinden alınca fark etti ve kendini toparlayıp atından aşağı atladı. Kendi atını da seyise emanet edip hızlı adımlarla malikaneye girdi. Sessiz olmaya çalışarak merdivenlere yöneldi,amacı kimseye görünmeden yukarı çıkıp kolu kanlı elbisesini değiştirmekti ama daha merdivenlerin başına bile ulaşamadan oturma odasından çıkan annesi,kız kardeşi ve müstakbel enişte adayıyla karşı karşıya gelmişti.
“Eloise bu ne hal ?” diye çığırdı Mabelle cırtlak bir sesle. Elizabeth ve Robert şaşkınlıklarını sessizce yaşarken Mabelle onların aksine merdiven boşluğunu çığlıklarıyla doldurmuştu.
“Aman Allah’ım yaralandın mı yoksa ?” derken seğirtip kızının yanına geldi ve kan bulaşmış kolunu tutup yukarı kaldırdı. Eloise kolunu annesinden çekmeye çalışırken “Benim kanım değil” dedi huzursuzca “Başka yerden bulaştı,ben iyim”
Mabelle bir adım geri çekilip ellerini beline dayayarak soran gözlerle baktı kızına. Elizabeth yanında ki adamı ardında bırakarak kardeşine doğru gelirken “Neyin kanı o zaman ?” diye sordu merakla.
Öfkeli bakışlarını ablasının gözlerine dikerken “Bir hayvanın kanı” diyerek cevap verdi Eloise “Bana saldırmaya çalışan bir hayvanın kanı” diye devam ederken dişlerini sıkıyordu.
“Çok geçmiş olsun” diyerek araya girdi Robert ve ileri gelip onu selamladı. Nasıl olduğunu nezaketen sorduğunda gözleri kızın kolundaki kan lekesi üzerinde dolaşıyordu. Eloise iyi olduğunu ve sadece yorgun olduğunu söyleyince,kendisinin de gitmesi gerektiğini belirtip özür dilerken nasıl olduğunu görmek için yarın tekrar gelip gelemeyeceğini sordu Mabelle’e. Kadın heyecanla bu teklifi kabul edip yarın öğlen yemeği için kendisini beklediklerini söyleyince üç kadını da selamlayarak kapıya yöneldi.
O kapıdan çıkar çıkmaz Elizabeth kardeşinin koluna girerek onun odasına çıkmasına yardım edeceğini söyledi. Eloise gerek olmadığını söylese de Elizabeth annesine merak etmemesini söyledi ve onu yanında sürükleyerek merdivenleri çıkmaya başladı.
Üst katın koridorunu geçip en sonda ki odanın kapısına ulaştıklarında Elizabeth kardeşini hızla odanın içine itip peşinden içeri girdi ve arkasından kapıyı kapattı.
Eloise şaşkınlıkla itilip kakılmasının nedenini anlamaya çalışırken “Neren yaralandı ?” diye sordu endişeyle Eizabeth ve kardeşini vücudunu kontrol etmeye başladı. Genç kız vücudunda dolaşan ellerden kurtulmaya çalışırken “Ben yaralanmadım dedimya” diye bağırdı öfkeyle. Ama Elizabeth’in yüzünde ki ciddi ifadeyi görünce ses tonunu alçalttı ve “Bir hayvanın kanı” diye devam etti.
Elizabeth kaşlarını çatarak kardeşine bakarken “Bana yalan söyleme Eloise” dedi otoriter bir sesle ve ileri gelip kızın kan bulaşan kolunu tutarak yukarı kaldırdı;
“Kan lekesi öylesine bulaşmamış elbisenin koluna,kanlı bir el tutmuş bileğini bunu görebiliyorum. Doğruyu söyle görünmeyen bir yerinden mi yaralandın ?”
“Yemin ederim benim kanım değil” dedi Eloise çaresizce,yorgundu,sinirliydi,öfkeliydi ama bunlar yetmezmiş gibi birde ablasına hesap vermek zorundaydı. Elizabeth o zaman kanın sahibi olan hayvanı merak ettiğini ve neler olduğunu ayrıntısıyla anlatmasını isteyince pes etti Eloise ve tüm gerçeği bir çırpıda anlattı. Tabi Stephan’ın ona burnu büyük kibirli bir kız olduğunu ve önünde diz çökeceği bir kocaya ihtiyacı olduğunu söylediği kısımlar haricinde.
Elizabeth çığlığını kesmek için elini ağzına kapatırken “Aman Allah’ım” diye inledi. Stephan’ın yaptıklarını akıl süzgecinden geçirmeye çalışıyordu ama şuan tek düşünebildiği o adamın kız kardeşine saldırmış olmasıydı.
“Bunu babama söylemeliyiz” diyebildi sonunda kendini toparlayınca,böylesine mühim bir konunun üstünün kapatılmasına imkan yoktu. Eloise sert bir kişiliğe sahip olmasaydı ve onu iterek kendinden uzaklaştırmasaydı belki de o adam kız kardeşinin namusuna leke sürmüş olacaktı. Eloise şiddetle başını iki yana sallarken “Kesinlikle olmaz” diye bağırdı ve ellerini uzatıp ablasının iki elini kavradı;
“Bundan hiç kimseye bahsetmeyeceğiz anladın mı beni ? O adamın parasına ihtiyacımız var,eğer babam bunu duyursa gurur yapar ve parayı asla kabul etmez. Bu çiftlik benim için o soysuzdan çok daha önemli. Bak ben iyim ve hiçbir şey de olmadı,adamda anlaşmayı imzaladı ve artık bizimle bir işi kalmadı. Üstelik adamın kafasını yardım,babam bunu duyduğunda pekte memnun olmayacaktır”
Elizabeth korkuyla kardeşini dinlerken son söylediği sözle birlikte küçük bir kahkaha atmaktan alıkoyamadı kendini.
“Adamın kafasını nasıl kırabildin ?” diye sordu merakla. Eloise onu ittiği zaman geri düştüğü gerçeğini biraz süsleyerek daha kahramanca hale getirince Elizabeth gözlerinde büyük bir hayranlıkla bakmıştı kardeşine.
Üzerini değiştirmesi gerektiğini hatırlatıp temiz bir elbise almak için giysi dolabına doğru yürürken “Aslına bakarsan o adamı bende pek sevmemiştim” diye söylendi Elizabeth ve aldığı uçuk sarı bir elbiseyi yatağın üzerine uzatırken devam etti konuşmaya;
“Kibirli ve çok soğuk bir insan. Robert öyle değil mesela,o insana bakarken gülümsüyor.Oysa bay Rutherford hep kaşları çatık bir ifadeyle bakıyor etrafına. Anlaşmayı hemen imzalamaları çok iyi oldu,böylece bir daha onu görmek zorunda kalmayacağız. Hoş iş için olsa bile gelmek isteyeceğini zannetmiyorum artık,adamın kafasını kırmışsın.Kanı sana bulaşacak kadar çok aktığına göre oldukça fazla yanmış olmalı canı”
“Beter olsun” diye mırıldandı Eloise üzerinde ki ıslak kirli elbisenin sırt bağlarını çözerken. Onu iliklerine kadar ıslatan yağmurun her damlasından kurtulmak istercesine hızla elbiseyi başından çekerek çıkarıp yere attı. Ardından iç elbiselerini yenileriyle değiştirdi.
Temiz elbiseyi kafasından geçirip eteklerini aşağı bırakırken“Akşam yemeğine inmek istemediğimi söyleyebilir misin ?” diye sordu kaçamak bir bakış atıp. Elizabeth arkasına geçip elbisenin korsesinin bağcıklarını sıkarken “Tamam” dedi sakince,geçirdiği kötü günün ardından kardeşi için bu iyiliği yapabilirdi. Eloise bunu anne ve babasına kendisi söylese asla kabul görmezdi ama eğer Elizabeth yemeğe inmemesinin uygun olduğunu söylerse kesinlikle karşı çıkmazlardı.
Kardeşinin giyinmesine yardım ettikten sonra odadan çıkıp onu yalnız bıraktı Elizabeth. Kız kardeşinin anlattıklarının doğruluğundan emindi ama yinede Stephan Rutherfurd gibi bir asilin henüz on sekizine bile girmemiş olan bir kıza saldıracağına inanmıyordu. Büyük ihtimalle yanına babası ve çiftlikteki seyislerden başka erkeğin yaklaşmadığı kız kardeşi olayı abartmış yada yanlış anlamıştı. Ama yinede yanlarından işleri olduğu bahanesiyle ayrıldıktan sonra ormana gidip Eloise’i aramış olması onunda tamamen haklı olmadığını gösteriyordu.
Derin bir nefes alıp merdivenlerden aşağı indi ve yemek odasına geçti. Anlaşma imzalandığına göre artık o adamı bu eve getirecek bir neden kalmamıştı. Buda bugün olanları unutmak için yeterli bir bahaneydi.
O akşam Eloise yemeğe inmedi,ablasının ikna edici konuşması sayesinde ne annesi nede babası sorgulamıştı bu kararı. Ertesi gün kendisine bakmak için öğlen yemeğine gelen Robert’ın yanında kısa bir süre oturmuş ve dünkü yağmur yüzünden kendini halsiz hissettiğini bahane ederek erkenden odasına çekilmişti.
Daha sonra ki gün sadece yemek vakitlerinde aşağı indi Eloise,sessizce yemeğini yiyor ardından hemen odasına çekiliyordu. Odasına gitmediği zamanlarda ise atını alıp tek başına kırda uzun yürüyüşlere çıkıyordu. Yine görgüsüz davranarak annesini sinir krizlerine sokuyor,yine patavatsızlıklarıyla babasını üzüyordu ama hareketlerinde belirgin bir huzursuzluk hakimdi.
O gün olanları hatırladıkça Stephan’a karşı olan nefreti biraz daha kabarıyor,kendine olan kızgınlığı da aynı doğrultuda artıyordu. Kafasını kanatmaktan başka bir şey yapmamış olmak canını sıkıyordu,adamın terbiyesizliği en az kolunun kırılmasını gerektirecek kadar büyüktü nede olsa.
Bu şekilde eskiye nazaran sakin geçirdiği iki haftanın sonunda öğlen yemeğinde aldığı haber elindeki kaşığı yere düşürmesine neden oldu genç kızın. Annesinin gülerek verdiği haberi kaşlarını çatarak karşıladı ve dik dik yanında oturan ablasına baktı.
“Bu harika öyle değil mi Eloise ?” diye devam etti anneleri sevinçle “Ablan harika bir insanla evleniyor”
“Bunun için çok erken” diye itiraz etti Eloise hemen,hala öfke dolu gözlerle ablasına bakıyordu “Daha tanışalı bir ay bile olmadan nasıl böyle önemli bir karar alırsın ?”
Elizabeth gülümseyerek elini uzatıp kardeşinin elinin üzerine koydu ve “Merak etme Eloise” dedi sevecen bir sesle “Kararım ani olmuş olsa da yanlış olmadığını biliyorum tatlım,hem bu görüşmenin evlilikle sonuçlanmasını istediğini sende söylemiştin öyle değil mi ?”
“Evet ama bu kadar erken değil,en azından birkaç ay görüşmeliydiniz”
“Robert iki hafta sonra orduya katılmak için gitmek zorunda ve bölüğü Nottingham’da yani buraya çok uzak.Gelip gitmesi neredeyse imkansız.Bu yüzden benimde onunla gitmemi istediğini söyledi. Ve bende bunu kabul ettim Eloise.Robert’in benim için en uygun eş olduğuna yürekten inanıyorum. Hem düğünümün tarihini öğrendiğinde en az benim kadar mutlu olacaksın bundan eminim”
Eloise çatık kaşlarla ablasına bakarken “Senin doğum gününde” diye araya girdi Mabelle.
Genç kız bir anlık şaşkınlığın ardından bu haberin doğruluğunu onaylamak için konuşmaları sessizce dinleyen babasına baktı. Yaşlı adam mütebessim bir çehreyle kızına bakınca cevap vermesine gerek kalmamıştı.
Eloise heyecanla kalktı oturduğu yerden. Doğum gününde bir düğünün olması demek,18 yaşına girdikten hemen sonra yapılacak olan takdim balosuna katılmaktan feragat etmek anlamına geliyordu ve bu kesinlikle Eloise’in istediği tek şeydi. O saçma davetin nasıl olduğunu ablasınınkinde görmüştü ve kendisi için istemediğine emindi. Ama toplumun kuralları bunu mecbur kılıyordu ne yazık ki. Şimdi ise bir düğün külfetinin altına giren Fairley ailesinin,18 yaşına basan kızları için Takdim Balosu’na katılamamasını tüm sosyete mazur görebilirdi. Buda Eloise’e gelecek sezonun takdim balosuna kadar zaman kazandırırdı.
Bakışlarını dikkatle kendisine bakan ablasına çevirirken “Pekala” dedi heyecanını saklamaya çalışarak.
“Bu düğünün olmasına müsaade ediyorum.Umarım mutlu bir evliliğin olur Elizabeth”
Mabelle küçük bir kahkaha atarken “Senin müsaadeni istememiştik zaten” diye alay etti kızıyla ama Eloise bunun üzerinde durmadı. O saçma balodan kurtulmuş olmasına seviniyordu içten içe.
İki hafta sonra 18 yaşına girecekti ve takdim balosu olmayacaktı. Üstelik ablasından da sonsuza kadar kurtulmuş olacaktı o gün,önceleri yılda bir iki kez ziyaretlerine gelecek daha sonra çoluk çocuğa karışınca bu ziyaretler daha da azalacaktı. Ve her hareketini kıskandığı ablasını artık kıskanmak zorunda kalmayacaktı.
Müsaade isteyerek odasına çıktı ve ardından kapıyı kapatır kapatmaz sevinçle zıplamaya başladı odanın ortasında. İki hafta önce hayatının en berbat gününü yaşamıştı ama iki hafta sonra en mutlu gününü yaşamanın heyecanına şimdiden kapılmıştı. Bu heyecan sadece nefret duyguları beslediği Stephan’ı bile unutturmuştu ona...
******
Gelen davetliler büyük kilise salonunda yerlerini alırken Eloise üzerinde ki kırık beyaz işlemeli elbiseye baktı bir kez daha.
“Bu çok temiz” diye söylendi ellerini eteklerinde gezdirirken “Günün sonunda kesinlikle üzerine bir şey dökmüş olacağım ve elbise mahvolacak”
Elizabeth heyecanından buz tutmuş ellerini kız kardeşinin omuzlarına koyarken “Bugün özel bir gün Eloise” dedi tatlı bir ses tonuyla “Ben evleniyorum ve sende artık 18 yaşındasın. Yani bu elbise bugün için son derece uygun,masum ve güzel”
Eloise burun kıvırıp alnına düşen bir tutam kızıl saçı geri itti ve “Dua ette üzerine bir şey dökmeyeyim” diye söylendi. Saçlarını dağınık olarak ensesinde toplamıştı ve Elizabeth’in yalvarmaları sonucu birkaç çiçek iliştirmişti aralarına…Elbisenin açık omuzları saçlarının sarkıntılarıyla kapanıyordu ama yinede beyaz teni oldukça göz önündeydi.
Bakışlarını kendinden çekip ablasına çevirirken “Çok güzel olmuşsun” dedi,sesinde ki bariz kıskançlık Elizabeth’e küçük bir kahkaha attırmıştı.
“Kendinden haberin yok galiba” dedi gülümseyerek “Düğünün gelini benim ama doğum günü çocuğu olarak benden daha çok göze batıyorsun”
Eloise cevap vermek yerine omuz silkip misafirlere bakacağını söyleyerek odadan çıkınca Elizabeth muzip bir gülümseyişle baktı arkasından. Bu günün sonunda Eloise güzelliğinin farkına kesinlikle varacaktı.
Küçük kardeşi Katharina törenin başladığını haber vermek için geldiğinde onu inceledi bir süre. Katharina kendisi ve Eloise’in karışımı gibiydi. Gözleri gökyüzü kadar maviydi ama saçları koyu kızıla yakın bir kahverengiydi. Tavırları bile ikisinin kopyası gibiydi,bazen kendisi gibi kuralcı bazen de Eloise kadar umursamaz olurdu. Şimdi de kendi özelliği olan ağırbaşlılığı yüklenmişti sanki.
Üzerinde ki koyu yeşil elbiseyle küçük bir hanımefendi gibi görünüyordu. Saçları sırtına kadar uzanan iki örükle toplanmış ve uçlarına çiçekli tokalar takılmıştı. Bu haliyle Eloise’ten daha olgun durduğuna hükmetti Elizbeth,birkaç sene sonra Katharina gelişip serpildiğinde Eloise’i bile geçebilirdi belki.
Mabelle heyecanla odaya girdiğinde gözlerini kardeşinden çekip annesine çevirdi. O da en az ailenin diğer üyeleri kadar hoş görünüyordu bugün. En büyük kızını harika bir adamla evlendirmiş olmanın haklı gururuyla çenesi yukarda dolaşıyordu Mabelle.
Kızını son kez kontrol edip gelin odasından çıkardı ve kapıda bekleyen kocasına takdim etti. Geoffrey kızına bakarken gözleri dolmuştu. Konuşmaya çalıştı ama kelimeler boğazına dizilmişti sanki…Bundan vazgeçip kızını sıkıca kucakladı ama Mabelle saçını bozduğu gerekçesiyle onu geri çekince bunu da tam yapamamıştı.
“Damadımızı daha fazla bekletme bay Fairley” dedi kocasına ve uzanıp kızının elini kocasının koluna taktı.
Kilisenin büyük salonunda yolun iki yanında sıralanmış misafirler gelinin içeri girişiyle ayağa kalktılar. Babasının kolunda rahibe doğru ilerlerken tüm hayatını gözden geçirdi Elizabeth,çocukluğundan beri hayalini kurduğu evliliği yapıyordu işte. Üstelik hayran olunacak biri olan Robert’la.
Geoffrey saklamaya çalıştığı gözyaşlarıyla kızına anlaşılması güç bir şeyler mırıldandı ve son kez kucaklayıp kızının elini müstakbel damadının avucuna bıraktı.
Bundan gerisi bir hayal gibiydi Elizabeth için. Pederin sorularını ve onları kutsayışını rüya alemindeymiş gibi duyuyordu. Sonunda kutsal evlilik bağı ile ömür boyu birbirlerine bağlandıklarında bu rüyası gerçeğe döndü.
Misafirler tek tek yeni evli çifti tebrik ederken kalabalığın arasında Eloise’i aradı Elizabeth. Tören boyunca sadece bir kez ilişmişti gözüne ve o zamanda yanına yaklaşıp kendisiyle konuşmak isteyen genç bir adama öfkeli gözlerle bakıyordu.
Kendisi farkında olmasa bile güzelliği davetlilerin dikkatini çekmişti bile. Sosyetenin ileri gelen kadınlarından biri olan Varsy kontesi leydi Lucie De Saint gelini tebrik ederken kulağına eğilip “Eloise’e ne olmuş böyle ?” diye fısıldadı muzip bir ses tonuyla. Elizabeth yaşlı kadına bakarken dudağının kenarını ısırıp “Ona dikkat edin lütfen” dedi tatlılıkla “Ben gittikten sonra onu koruyacak biri lazım ve annemin buna gönüllü olacağını sanmıyorum”
Lucie De Saint şuh bir kahkaha atarken “Merak etme kuzum” dedi sevecenlikle “Bilirsin Eloise’i çok severim ve onu koruyacağıma emin olabilirsin. Tabi bu haldeyken işim bir hayli zor olacak gibi,baksana Eloise adamlara onları öldürecekmiş gibi bakıyor”
Elizabeth gülümseyerek kadının işaret ettiği tarafa baktı ve kardeşinin gözlerinde ki öfkeye şahit oldu. Kaşlarını çatarak ne olduğunu anlamaya çalışırken bakışların hedefini fark edince büyük bir endişeye kapıldı. Kilisenin kapısından içeri giren Stephan Rutherford babasının yanına gitmiş ve gayet saygılı bir şekilde konuşmaya başlamıştı.
“Lucie” diye seslendi yaşlı kadına endişeyle ve bakışlarıyla kız kardeşini işaret ederek “Lütfen Eloise’in yanına ve onu yalnız bırakma” diye ekledi. Yaşlı kadın kırışık yüzünü biraz daha buruştururdu ama soru sormadan müsaade isteyerek kendisinden istenileni yaptı.
Eloise’in yanına geldiğinde genç kız yumruğunu sıkmaktan elbisesinin eteğini kırıştırmıştı. Eğilip kızın elini açarken “Sen iyi misin hayatım ?” diye sordu endişeyle…Eloise hipnozdan uyanır gibi kendine gelmişti bu seslenişle. Kendini toparlayıp “İyim” dedi boğuk bir sesle ve bakışlarını Stephan’ın üzerinden çekip kadına çevirdi.
“Sadece biraz sıkıldım” diyerek kendisinden açıklama bekleyen kadına istediğini verdi. Yaşlı kadın bu cevaptan tatmin olmuştu zira Eloise’in bu tür törenlerden haz etmediğini çok iyi bilirdi.
Güzelliği hakkında hiçbir yorum yapmadı,Eloise’in bundan da hoşlanmadığını bliyordu. Sadece “Saçında ki çiçekler güzelmiş” dedi ve karşılığında Eloise’te kuru bir teşekkürle yetindi.
Arkasından “Hayatım” diye seslenen birini duyunca fevri bir hareketle geri döndü Eloise ve karşısında babası ve Stephan’ı görünce yüzü öfkeyle gerildi.
“Benim diğer misafirlerle ilgilenmem gerek,bay Rutherford’a sıkılmaması için sen eşlik eder misin lütfen ? Davetimi kırmayıp ablanın düğününe geldiği için minnettar olmalıyız ona”
Eloise babasının teklifini reddedecek fırsatı bulamadan adam Lucie’yi selamladı ve hızla uzaklaştı yanlarından. O gidince Lucie’de kendisine selam veren bir kadınla sohbet etmek için birkaç adım uzaklaşmıştı yanlarından.
Genç kız öfke dolu gözlerini adama çevirirken “Benim yanımda daha çok sıkılacağınıza eminim” dedi dişlerini sıkarak.
“O yüzden gitmek isterseniz babamı idare edeceğime emin olabilirsiniz”
Stephan alaycı bakışlarını kızın elbisesi üzerinde gezdirirken “Bunu hiç sanmıyorum” diye karşılık verdi. O gün kafasını kırmadan önce bir anlık büyüsüne kapıldığı güzel kız yine belirmişti karşısında. Kızıl saçları ve öfke dolu yeşil gözleri üzerinde tuhaf bir etkiye neden oluyordu. Kızın beyaz omuzlarına ve ölçülü dekoltesinden görünen zayıf göğüslerine baktı,normalde asla bakmayacağı bir tipti ama şimdi tuhaf bir şekilde farklı bir arzu uyandırıyordu. Belki de kendisine zarar verdiği için böyle hissediyordu. Eloise’in kızgın suratına alaycı bir tebessümle bakarken elini kafasının arkasına götürdü ve “Oldukça sert bir darbeydi” dedi bariz bir aşağılamayla.
“Ve bana verdiğiniz bu zararın bedelini almadan gitmeye niyetim yok”