Eloise dudağının kenarını ısırırken gözlerini kapattı,bir eli beyaz sargılı bileğinin üzerindeydi. Diğerini ise yumruk yapmış halde dizine bastırıyordu. Hangi acının daha keskin olduğuna karar vermek zordu,bileğinde ki yılan ısırığının mı yoksa kafasının derisini söken sancının mı ?
Bu düşünceyle yakınırken Elizabeth elinde ki tarağı bir kez daha kız kardeşinin dolaşık saç tutamlarından geçirdi ve Eloise bir kez daha acıyla bağırdı.
“Saçlarının bu kadar çok dolaşmasına izin vermemelisin” diye söylendi Elizabeth esefle,tarağı her çekişinde bir tutam kızıl saçın kucağına düşmesine engel olamıyordu ve bu kardeşinin canını yaktığı kadar onu da üzüyordu.
“Onları örülü tutmaya ne dersin ? Böylece çok karışmazlar” diyerek mantıklı bir öneri sundu kız kardeşine. Eloise omzunun üzerinden ablasına bunun mümkün olmadığını belirten öfkeli bir bakış attıktan sonra tekrar önüne döndü. Saçlarını örmekten nefret ederdi o,dolaşmış saçları açarken ki acıya katlanabilirdi belki ama onları örmek mi ? Asla !
“Saçlarımı taramak zorunda olmadığını biliyorsun” diye söylendi Eloise somurtarak,ablasının önünde dizlerini karnına kadar çekip otururken tüm egemenliğin onun ellerinde olmasından nefret ediyordu. Karışmış saçlarını açmak için olağanüstü bir çaba sarf etmesi gerektiğini bildiği halde bunu yapmaktan hiç çekinmiyordu Elizabeth,ve bu Eloise’in sinirini daha da fazlalaştırıyordu.
Elizabeth karışmış bir tutam saçı daha açmaya uğraşırken “Saçlarınla oynamayı seviyorum” dedi gülümseyerek.
“Ateş denizini avuçlarıma almış gibi hissediyorum onları tararken” diyerek konuşmaya devam ederken Eloise ayağa kalkmaya yeltendi ve “Dalga geçmekten vazgeç” diye soludu sinirle.
Elizabeth omuzlarından bastırarak onu tekrar önüne oturttu ve bir tutam saçı eline alarak kendine doğru çekti. Eloise çekilen saçının acısıyla kafasını geri doğru bırakırken tepesinden kendisine bakan ablasıyla göz göze gelmişti.
“Asıl sen kendine haksızlık etmekten vazgeç” dedi sakin bir ses tonuyla Elizabeth,elinde hala bir tutam saç vardı ve kız kardeşi ayağa kalkmaya çalışır diye sıkı sıkı tutuyordu.
“Muhteşem saçların var ama sen inatla onları karıştırıyorsun. Birazcık özen göstersen harika olduklarını sende göreceksin”
Ablasının gözlerine katıksız bir öfkeyle bakarken “Saç değil onlar” diye mırıldandı ve dişlerini sıkarak önüne baktı Eloise “Kafamı istila etmiş havuca benzeyen tuhaf renge sahip kıllar sadece”
Elizabeth kardeşinin saçlarını bırakıp oturduğu tabureden kalktı ve onun yanından dolaşarak önüne geçip karşısına oturdu. Bakışları biran genç kızın bileğinde ki beyaz sargıya takılsa da tekrar kardeşinin yüzüne baktı ve ileri uzanıp elini avuçlarının içine aldı;
“Sen böyle düşündüğün için sana çirkin görünüyorlar,ama gerçek öyle değil…Canlı ve harika bir renge sahip saçların var”
“Saç dediğin seninkiler gibi olur,sarı ve düz. Oysa benimkiler kabarık ve tuhaf renkli”
Elizabeth gülmemek için kendini zorlarken “Kabarık değil dalgalı” diye düzeltti kız kardeşinin sözlerini “Senin saçların dalgalı aynı okyanusta ki dalgalar gibi,benimkilerse mezarların üstünde biten otlar gibi cansız ve düz. Benim saçlarımın neyini kıskandığını anlayamıyorum,oysa ben saçlarımın seninkiler gibi olmasını isterdim”
“Boş laf” diyerek elini ablasının elinden çekip kurtardı Eloise ve hızla ayağa kalktı. Sargılı bileğinin üzerine ağırlık yapmadan tek ayak üstünde duruyordu. Yarısı açılmış saçları omuzlarının üzerine dökülürken yer yer duran dolaşıkları kafasının üzerinde iğreti bir şekilde göze batıyordu genç kızın.
