.I

402 69 5
                                    

inatla yaşadığını haykıran 
ölünün ölüyken gülümsemesi kadarsan 
kimse inanmaz yaşarken ölü olduğuna 

kimse inanmak istemez yaşamasa bile ölü olduğuna 

ve kimse inanmaz ölünün aslında yaşamadığına

Yıl 1999, Ali ile geçirdiğimiz yıllardan sadece biri. Tüm çocukluğum, gençliğim Ali'yle beraber geçti. Bu dünyada zevkleri tıpa tıp benzer olan iki insan varsa, o insanlar bizdik işte. Tuttuğumuz takımın, en sevdiğimiz aktörün aynı olmasının dışında, 'siz kardeş misiniz?' sorularıyla karşılaşacak kadar fiziksel olarak da benziyorduk birbirimize ve o sorulara cevabımız da kısa bir gülümsemeden sonra hep 'evet' oluyordu. Çoğu zaman çorbamız ve ekmeğimiz bile birdi. İkimizden biri herhangi bir sorunla karşılaştığında ya da içinde bulunduğu durumdan bıktığında, yine birbirimize tek çare oluyorduk. Hemen hemen aynı yaştaydık fakat Ali hep 'abi' derdi bana. Bunu birkaç kere konuşup tartıştık ama inattan mıdır bilinmez hep 'abi' diye hitap etti bana. Evlerimizin arasında üç ev vardı, tanışıklığımız da dededen.

On yedi yaşındaydık. Sağanak yağışlı tipik bir İstanbul günüydü. Ali'nin odasında oturmuş bir şeyler tartışıyor, kafamızı dağıtıyorduk; Dört gün önce yani 17 eylül 1999'da Ortaköy Mezarlığında yarısına kadar toprağa gömülmüş çıplak bir ceset bulunmuştu. Çıplak ceset Şehriban Coşkunfırat adında genç bir kıza aitti. Polisin araştırması üzerine 21 yaşındaki Şehriban Coşkunfırat'ın kendilerini Satanist olarak nitelendiren üç kişi tarafından öldürüldüğü anlaşıldı. Şehriban'ı 13 eylül 1999'da gerçekleşen 5.8 büyüklüğündeki depremin ardından öldüren üç kişi, bu depremin bir işaret olduğunu düşünerek genç kızı şeytana kurban verdiklerini söylemişti. Biz de Ali ile bu olayı tartışıyorduk. Ali kafası karışmış şekilde; "Abi tanrıya kurban vermeyi anlarım da satanistlerin şeytana kurban vermelerindeki amacı anlamıyorum, yani tanrıya kurban verdiğinde iyi bir karşılığının olduğunu düşünürsün ama şeytana kurban verirsen daha çok kötülük mü beklersin?" dedi. Ben"Ali bunlar şeytanı memnun etmeye çalışırlar çünkü şeytanın tanrı tarafından haksızlığa uğradığına inanıyorlar. Aslında şeytanın değil insanın kötü olduğunu ve insanların sürekli kötülük yaparak şeytana suç attığını düşünüyorlar" dedim. Ali kızgınlıkla "kafayı sıyırmış bunlar" deyince ben de "İnanç işte Ali, her şeyi yaptırır insana" diyerek konuyu kapatmıştım. Ardından gelen yaklaşık bir saat sessizlikten sonra canımız çok sıkılmıştı. Tüm günü bir koala gibi yatarak geçirmiştik ve birer koala olmadığımızı anlayınca bir şeyler yapmak istedik. Şunu bunu diye düşünürken Ali "Abi kalk hadi, Zeynep'i görmeye gidelim. İki gündür göremiyorum zaten" dedi. İkimiz için olmasa da en iyi seçeneğin bu olduğuna karar verip, kalktık gittik.

Zeynep, yandaki mahallenin en güzel kızı. Güneş saçlı, okyanus gözlü. Bana, Hale Soygazi'yi anımsattıran bir çenesi vardı. Mahalledeki akranlarına rağmen evin hemen hemen her işini o yapar, annesine fazla bir şey bırakmazdı. Bu güne kadar hakkında hiçbir kötü söz duyulmamıştı. Ortalıkta da pek görünmezdi zaten.

Evlerinin önüne varınca Ali bir iki kere ıslık çaldı. Birkaç dakika sonra, ilkokuldan beri sevdalı olduğu Zeynep çıktı pencereye. Zeynep Ali'yi görünce büyük bir şaşkınlıkla'ne arıyorsun burada' dermişcesine bir tavırla el salladı. Bir iki dakika sonra kapıya indi. Ali kapıya yanaştı, ben uzaktan izliyorum. Tam bir görev adamıyım, etrafı kolaçan ediyorum. Zeynep babasının evde olduğunu, gitmesi gerektiğini söylüyor, Ali ise biraz daha kalmakta ısrar ediyordu. Zeynep'in elini tutmak istiyor, Zeynep babam uyanır görür bizi diye tatlı bir tebessümle Ali'ye gitmesini söylüyordu, derken içeriden "Zeynep!" diye bir ses geldi, Zeynep "efendim baba!" deyip girdi içeri. Ali de istemeye istemeye döndü. Ali'nin mutluluğundan kaynaklanan eşek şakalarıyla birlikte eve dönüyorduk.

Eve varmadan bir iki sokak önce, mahallenin çocuklarından biri koşarak yanımıza geldi. Bu küçük veledi ve söylediklerini ölsem unutmam, unutamam; "Ali abi koş babana bir şey oldu! Ali abi koş!" dedi. Ben Ali'ye bakıp bembeyaz kesildim. Ali desen, eli ayağı tutmuyor. Korkudan, endişeden geberdik gebereceğiz. Ali "ne diyorsun lan, ne oldu" deyip koştu çocuğun ardından. Ben de velet şaka yapmıştır ya da söylediği başka biridir diye düşünüp koşuyorum. Kapıya ışık hızına yakın bir hızla vardık. Tüm mahalle kapıdaydı. Melek teyzenin çığlığından düşündüğüm şeyi duyamıyordum; "Yardım edin! Lütfen! Mehmet'e bir şey oldu!". Eski püskü bir battaniyeyle Mehmet amcayı çıkarıyorlardı evden. Babasının battaniyeden sarkan elini gören Ali, Melek teyzenin ayağına yığıldı "anne ne oldu babama!" dedi. Melek teyze "Ali götürüyorlar babanı Ali! Ali'm kurban olduğum izin verme götürmesinler babanı. Baban iyi Ali, daha az önce yemek getirdim yemek yiyecekti Ali!" diyordu. İçinde kuru bir çorba olan tepsiyi hala bırakamamıştı Melek Teyze, Mehmet Amcanın yere yıldığını görünce, o halde dışarı çıkmış yardım istemiş bağırmış çağırmıştı. Ali elini gözünü sildi kalktı ayağa, etrafındakilere; 'ne oldu babama? ne oldu! söylesenize! diye sormaya başladı. Aralarından biri "başın sağ olsun Ali, kalp krizi geçirmiş baban" deyince Ali tekrar yere yığıldı. Melek Teyze, Mehmet Amcanın öldüğü gerçeğini anlayınca bir anlığına donup kaldı ve elindeki tepsiyi bırakıp 'Memedim!" diye bağırmaya başladı. Öyle bir bağırıyordu ki yere düşen tepsinin sesini kimse duyamadı. Ali ve Melek Teyze insan oğlunun daha önce hiç ağlamadığı bir şekilde ağlamaya başladı. Onların ardından ben, benim ardımdan herkes.

Cenazeyi defnetmeye gittik. Ağlamaktan artık yürüyemeyecek halde olan ana ile oğluna eşlik ediyorduk. O halde nasıl yürüyorduk, o gücü nereden alıyorduk aklım almıyordu. Ben Ali'nin kolundan, Ali Melek teyzenin kolundan tutmuş öylece yürüyorduk. Melek Teyzenin sağında Zeynep. Bu bildiğin kıyamet günü ulan!' diyordum ve en kötü günüm oydu sanıyordum.

ZiftHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin