Zamanla borçları neredeyse ödenemeyecek kadar arttı Ali'nin. Babadan yadigar evi de sattı. Küçük bir gecekonduya taşındı. İki oda yarım salon bir ev. Melek Teyze çıkmak istememiş, kiralık olarak Mehmet Amcanın alnının teriyle yaptırdığı evde kalmaya devam ediyordu. Ali evi tanıdık bir adama yarı fiyatından daha aşağı bir fiyata satmıştı. Adam pek ihtiyacı olmasa da o fiyata kaçıramazdı, kendisi yerleşmeyecek idi ve kiracı aramakla uğraşmamak için de Melek Teyzenin evde kalmasına izin vermişti. Melek Teyze kahrından yemiyor içmiyordu. Bir kaç kere ziyaret ettim ki ziyaret eden bir ben kalmıştım sanırım. Ali'den konuşuyor, ne yapmam gerektiğini söylüyordu her seferinde. Son ziyaretimde söyledikleri artık gerçekten bir şeyler yapmamı zorunlu hale getirmişti; "Elin ayağın öpeyim Ali'me göz kulak ol. Beni dinlemiyor artık. Elini ayağın öpeyim yavrum. Dosta düşmana karşı dik dursun, rezil olmasın aleme, düşmesin gülünç durumlara." diyordu. "Tamam Melek Teyze sen üzme kendini, hallederiz Ali'yle. Zaten fazla borcu kalmadı her şey düzelecek" diyordum. "Ne desem olmuyor, oğlun kimseyi dinlemiyor hep kendi bildiğini okuyor" diyemedim. "Mehmet'im sağ olaydı korur kollardı oğlunu. Bu hallere düşmezdik. Ah Mehmet Bey ah!" diye devam etti Melek Teyze ben içim paramparça dinliyordum.
Melek Teyze, yuvarlak yüzü ve inci gibi gözleriyle gerçekten bir meleği andırıyordu. Yüzünde hep bir kutsallık bir ilahilik olduğunu düşünmüşümdür. İkinci annem hatta annemi hiç görmediğimi düşünürsek gerçek annem gibiydi. O da beni hep oğlu olarak görmüştü, hissettirmişti. Ali'nin anlattığına göre Melek Teyze ve Mehmet Amca genç iken çok düşkünlermiş birbirlerine. Çok erken yaşta evlenmişler. Melek Teyzenin babası Mehmet Amcaya kızını vermeyeceğini söylemiş, birçok kez dövdürtmüş hatta ölümle tehdit etmiş Mehmet Amcayı. Mehmet Amca da tüm bunlara rağmen daha fazla dayanamayıp kaçırmış Melek Teyzeyi. Melek Teyze bir daha köyüne dönemedi, köyüne hasreti yirmi, yirmi beş yıl sürmüştü. Şehre ellerinde avuçlarında bir şey olmadan gelmişlerdi. Belki hiç kimsenin karşılaşmadığı kadar acı zorlukla karşılaşmışlardı ama Melek Teyze de hiçbir zaman bırakmamıştı Mehmet Amcayı. Mehmet Amca demir yollarında iş bulmuş, zamanla biriktirdiği parayla da o evi almıştı. Melek Teyze her şeyi Mehmet Amcayla birlikte yaptığından onun yokluğunda böyle eli ayağı dolaşıyor, bir dayanak bulamıyordu. En çok da bu yüzden kızıyordum Ali'ye, Melek Teyzeye destek olmuyor, onu bu hallere düşürüyor diye.
Ali böyle böyle devam etti. Ben ne yapsam olmuyordu, dilimde tüy bitmişti. Arada çırpındı durdu ama bir türlü kurtulamıyordu girdiği belalardan. Ali şehirde hangi pislik adam varsa bulup onlardan borç almıştı resmen. Kuru bir ekmek ve soğan kadar kötü olmasa da ona benzer bir şekilde geçiniyorlardı. Fazla bir şeyim olmasa da elimden gelen yapmaya çalışıyordum ben de. Yaşadıkları ev yolumun üstü olduğundan ne alırsam hep fazla alırdım, kapıyı çalar ne aldıysam çarşıdan yarısını Zeynep'e bırakırdım. Kabul etmese de, ziyan olur, çöpe gider der verirdim. Bazen de Ali gönderdi deyip yalan söylerdim. Mahcup mahcup alırdı bazen o da.İki yıl sonra yani 22 Temmuz 2005'de Londra'da Jean Charles de Menezes adındaki Brezilyalı bir elektrikçinin, bomba taşıdığı bahanesiyle polis tarafından öldürüldüğü ve cinayeti işleyen polislere hiçbir yaptırım yapılmadığı gün Ali ile Zeynep'in dünya güzeli bir kızları oldu. İsmini Asuman koydular. Ali'nin hayatına bir kalp daha girmişti. Küçücük. Aynı zamanda bir boğaz daha. O da küçücük. Asuman ile birlikte Ali biraz silkelenir gibi oldu. Daha mutlu görünüyorlardı. Bu da çok sevindiriyordu beni, arada uğrar Asuman'a hediyeler götürürdüm. Ama ne yazık ki Ali hiç bırakmadı içkiyi ve kumarı.
Bir gece mahalleden bağırışlar duyunca üstümü giyinip dışarı fırladım. Ali kavga etmişti, daha doğrusu kumar oynadığı yerde birileri tarafından dövülmüştü. Eve gelirken de mahalledeki bir kaç gence sataşmış, kavga etmişti. Kaşı gözü patlamış, ayakta duramayan Ali'yi aldım evime götürdüm. Kim getirdi seni bu hale Ali, şu dışarıdaki çocuklar yapmış olamaz değil mi?" dedim."Hayır abi. Şu borç işleri herhalde. Birileri borçlarını bu şekilde ödetmek istemişler demek ki".
"Kimdi onlar Ali, kime borcun var?"
"Bilmiyorum Abi. Biraz su verir misin? Maske takmıştı o*çocukları"
Suyu uzatup "Kim neden böyle bir şey yapar Ali, bu maske saçmalığı da ne?" dedim. "Bilmiyorum dedim ya abi! Erol köpeğinden şüpheleniyorum ama onun da fazla bir borcu yok ki bana. Neyse sonra konuşuruz bunu, burada uyuyabilir miyim bu gece? Zeynep görmesin beni böyle. Zaten yeterince sorun götürüyorum eve. Bu gece götürmek istemiyorum." dedi. Ben de o haldeyken fazla rahatsız etmemek için "Tabi. Ben Zeynep'i haberdar ederim. Bekle, sana üstüne örtecek bir şeyler getireyim" dedim.
Bir iki dakika içerisinde bir ayı yavrusu gibi uyumaya başladı. Dayak yeyince gerçekten uykusu gelir insanın. Sabah Ali'yi uyandırmadan çıktım. Akşama doğru Zeynep'le konuşup her şeyi anlattıktan sonra "Ali'nin bir sorunu ya da Ali'yle bir sorununuz var mı? Bak ters bir durum varsa söyle bana. Sizi rahatsız eden birileri var mı? dedim. "Hayır yok" dedi. "Ali'nin bu durumuna fazla üzüldüğünü biliyorum. Ali'yle bir konuş istersen. Bir süre annende kalmak istediğini söyle. Ayrıca Asuman'ın bir eksiği, ihtiyacı olursa bana da söyleyebilirsin" dedim. "Biz konuşuyoruz zaten, mutluyuz da, karnımız da tok Allah'a şükür. Kimsenin eline avucuna muhtaç değiliz ya bu bize yetiyor. Zamanla düzelir her şey. Birbirimizle de bir sorunumuz yok" demişti. Allah var bazen eve zil zurna sarhoş gelse de Ali'nin bu güne kadar Zeynep'e bir fiske vurduğunu ne Zeynep'ten ne de başkasından duyan olmamıştı.
Ben de yapacak bir şeyimin olmadığını anlayıp eve döndüm. Aklımda hala Ali'nin söylediği o maskeli kişiler vardı. Maske takmak mı kalmıştı, kim maske takardı. Kötü bir şeylere bulaştığını biliyordum da ilk defa böyle dayak yemişti. En ufak bir şey bana anlatan Ali'den bir gram kalmamıştı sanki.