"Bir keresinde bir arkadaşım, hayatın sürpriz bir sınav gibi olduğunu söylemişti. Ne zaman olacağı belli değil. Bu yüzden her gün hazır olmalısın. Bu sınava hazırlanmıştım Kağan."
Kağan hâlâ bana bomboş bakıyordu. Ne olduğunu anlamadan benimkilerle birlikte onun da gözlerinden birer damla yaş akmıştı. Biliyordum, sonunda üzüleceğimizi ikimiz de biliyorduk. Ve sadece belki diyerek bir adım atmıştık.
Gözlerimden yaşlar akarken ve her konuşmam her bir kelime titrerken daha fazla ona ve kendime eziyet çektirmemek için burnumu çekerek yerimden kalktım. Hala boştu bakışları olan biten her şey onu da beni de fazla üzmüştü. Bunu yapamazdık birbirimize o yüzden en iyisi buydu.
"Hoşçakal Kağan..."
Sonunda söylemiştim. Sonunda yapabilmiştim bunu. Peki neden yapmıştım? Benden başka birisini gözü görmeyen, bana aşkla bakan, yanında huzur bulduğum adamı neden bırakmıştım? Doğru ya benim ailem beni bunu düşünmeden bambaşka bir şehire sürüklüyordu. Hayatımı değiştiriyorlardı. Yeni bir okul,yeni bir ev, yeni bir hayat...
Her şey bu kadar basitti işte. Onlar valiz toplayıp kutu falan yüklesin ben de aşık olduğum çocuktan ayrılıp göz yaşlarında boğluyum.
Eve geldiğimde babam telefon görüşmesi yapıyordu. Büyük ihtimal sonradan zengin olmanın verdiği grurla eskiden onu ezen zenginleri eziyordur. Ya da dediğim olsun diyen ablamın Amerikadan istediği paraları gönderiyordur. Ne diyebilirim ki? Hayat bu kadar basit. Sonradan görme bir baba, şımarık bir abla ve her hafta Paris moda haftalarına katılan bir anne...
Birden telefon sesiyle irkildim. Arayan annemdi, telefonu kapatıp onlara doğru el salladım. Annem gel işareti yaparak arabaya bindi. bende arabanın yanına gelip kapıyı açtım ve eğilerek "ben kendi arabamla gitsem daha iyi olur" dedim. Annem lacivert bir takım elbise giyinmişti eteği dar ve dizinin biraz altındaydı babam da yine onun birkaç ton koyusu takım elbise giyinmişti. Annem babamın gergin suratına bakarak "zor bir gün geçiriyor" deyip onu ikna ettikten sonra sahte bir gülümsemeyle siyah ve lüks arabanın kapısını kapattım.
Son kez eski evimize bakıp arabamdan şöförü indirdim. Daha 17 yaşında olmama rağmen Amerika da 16 yaşında ehliyet alındığı için pek uğraşmadan ehliyet almıştım. Annemin amerikan vatandaşı olması ve beni orada doğurması bu yüzden işime yarıyordu zaten. Arabayı sürmeye başlamıştım tekrar Kağan'ın gözleri geldi aklıma. Ne çok seviyormuşuz birbirimizi. Halbuki o aslında çok kötü birisiydi. Bir idda üzerine çıkmıştık. 1 hafta onunla çıkıyor olmamız gerekiyordu. Bizse 1 haftanın sonunda birbirimize aşık olduğumuzu anlamıştık. Sonra bu bir hafta 1 seneye çıkmıştı. Bu gün tam, bu gün iddiayı kaybedip onunla çıkmaya başlamıştık. Birbirimizden nefret ediyorduk oysa ki. Hoş şimdi de benden nefret ediyordur kesin...
Radyoyu açıp rast gele bir şarkı açtım. Model-Antidepresan Gülüsemesi çıkınca sesi iyice açıp bağırmaya başladım."Böyle gitme ne olur.Böyle gitme ne olur. Biraz yanımda otur diyemedim." Şarkıya devam ederken parmağımdan koluma doğru akan kanı görünce sağ elimi direksiyondan çekip sol elimde kullanmaya başlamıştım. Elimi incelerken tırnağmı işaret parmağıma geçirdiğimi gördüm. Arabaya bindiğimden beri bunu yapıyordum. İlk başlarda acısı biraz fazlaydı ama sonra alışmıştım. Elimi iki yana sallayıp açısının geçmesini bekliyordum. O anda arkadan gelen araba kornasını duyar duymaz arkama döndüm. Bu araba Kağanındı. Hızlanıp arabasını benimkinin önüne kırdı. O 18 yaşındaydı yani ehliyeti Türkiye de almıştı. Evet benden bir yaş büyüktü ama diğerlerine göre bunu hiç hissettirmemişti.
Arabadan inip kapıyı çarptı. Müziğin sesi hala açıktı ve hala yüksek sesliydi. Aşağı indiğimde ses heryere yayılıyordu. Onun gözlerine takılı kaldığımda onun da benimki gibi kıpkırmızı olduğunu gördüm. Anlına inen saçları rüzgardan uçuşuyordu. Hava çok sıcaktı güneş tepedeydi ama rüzgar vardı iki tarafımızda sanki çol gibi parlayan altın sarısı kumlarla kaplıydı ortada daha yeni boyanmış gri yol vardı. Ona baktığımda bana yaşlı gözlerle bakıyordu. Gözlerindeki yaşları silip saçını geri yatırdı ve derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. "Bundan bir sene önce, bu gün Açelya ve Burak yüzünden bir iddaya girdik. İddayı sen kaybettin. Sana o kızlara bakmayacağımı söylemiştim." Bunu söylerken ikimiz de tebessüm etmiştik. Evet ortaya attığım idda okuldaki en güzel kızlara yavşamadan bir gün boyunca durmasıydı.
Eski haline dönüp konuşmaya devam etti. "Sana kazanacağımı söylemiştim. Öyle de oldu. Ertesi gün artık resmi olarak çıkmaya başlamıştık. Sonraki gün ve sonraki günlerde. O bir hafta bana bir gün gibi gelmişti. Seni bırakamamıştım. Ve bir baktım tam bir senedir sevgili olmuşuz. Ve hayatımızın belkide en romantik yerinde benden ayrıldın hemde neden biliyormusun bir hiç uğruna. Sonra evine gittim seni sordum hizmetçi onlar taşındılar fazla uzaklaşmamışlardır dedi. Arabaya bindim ve saatte 100 km hızla araba sürmeye başladım. Hem de neden biliyor musun? Beni üzmemek için bana yalan söyleyip daha çok üzen bir kız için."
Gözleri dolmuştu ben ise zaten ağlıyorum. Onun gözlerine baktım ve ilk indiğimde yapmam gereken şeyi yapıp ona doğru koşup sarıldım. O da ben de ağlıyorduk. Ondan ayrılıp gözlerine son kez baktım ve dudağına ufak bir öpücük kondurdum. Sonra tekrar koşarak arabaya bindim ve gazı kökleyerek arabanın sağından dolanıp sürmeye başladım. Ve söyleyebildiğim tek şey dudaklarından zorla ve kısık sesle çıkan "seni seviyorum" demek olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH
Teen FictionKim üzülmek için diğerlerini üzer ki? Aslı'ın öyküsünde bu zor bir soru. Peki bunun cevabını kim verecek? Adı Aslı olan bir kızın hayatının aşkını bırakması ve bunun pişmanlığında yaşaması sonucu adını herkese Siyah olarak tanıtması ne kadar mümkün...