Bir kaç oda ilerde Buse, duştan yeni çıkarak saçlarını havluya sarmış ve bornozu üzerinde bir halde, yatağında uzanıyordu. Yanındaki elektrik düğmesine zar zor erişerek, tavandan gözünün içine saplanan ışığı kapattı. Artık odayı sadece yatağının hemen başındaki soluk gece lambası aydınlatıyordu. Böylesi içinde bulunduğu gerçeklikten sıyrılarak arzu ettiği yaşamı hayal etmesini kolaylaştırıyordu. Şehir dışındaki nişanlısıyla bir süredir aralarına giren soğukluk ve her şeyi daha da zorlaştıran farklı şehirlerde olmanın getirdiği mesafeli birliktelik, son zamanlarda kendisini Musa'ya daha da yaklaştırmıştı. Nişanlısıyla en son bir araya geldiğinden bu yana neredeyse iki ay geçmişti. İşin kötüsü, eskiden, ya kendisi ya da o, ne yapar ederler bir araya gelmenin bir yolunu bulurlardı. Bu uzaklığın her ikisince de kanıksanması, onları birbirinden soğuturken, bu soğukluğun devamında gelen üstünkörü telefon görüşmeleri veya formalite mesajlaşmalar, her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir tek düzeliği de beraberinde getiriyordu. Keşke bir uyuşmazlık olsa da kavga etselerdi. Ama ona fırsat tanıyacak kadar bile konuşamaz olmuşlardı. Tüm bunların yanında, ayrılmaktan, hatta bunu düşünmekten dahi kendisini alıkoyan bir alışkanlık hali vardı. Ayrıldığında her sabah "uyandım, günaydın" mesajı atmayacak olmak, bir yere giderken sanki mecburmuş gibi mutlaka birbirlerine haber vermemek veya cüzdanından kredi kartını alırken o şeffaf gözde duran vesikalık fotografı görmeyecek olmak bile kendisini korkutuyordu.
Sonra aklına Musa düştü. Acaba Musa da onu düşünüyor muydu? Saçından daha ıslak hale gelen havluyu söküp, sağındaki berjer koltuğun üzerine fırlattı. Kuruntular ve hayaller arasında, göz kapakları, banyo sonrası hafifleyen bedenini uykuya daldırmak için giderek ağırlaştı. Ne de olsa yarın herkes için uzun ve yorucu bir gün olacaktı.
Muhtemelen, yarından itibaren aylarca, belki de yıllarca sürecek bu iş; kariyerinin en büyük yapı taşlarından birisini oluşturacaktı. Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde, mutlaka Mısır'da bir arkeolojik çalışmaya katılmak istiyordu. Aslında bu, en büyük hayallerinden birisiydi. Fakat şu an ayağına gelen Kral Hekatomnos mezarının keşfi, birçok arkeolog ve sanat tarihçisi için, 1922 yılında Mısır'da gün ışığına çıkarılan Kral Tutankammon'un mezarı kadar büyük bir keşifti. Onun için asıl şans, sadece kariyerinin başında böyle büyük bir keşfe ortak olmak değil, ayrıca bu keşfi Musa gibi Türkiye'de ün yapmış bir arkeolog ile birlikte incelemekti. Bu iş sayesinde daha da yakınlaşabilecekleri aklına gelince hafif bir tebessüm etse de, hemen gözünün önünde beliren nişanlısının hayali, onu bu tatlı rüyadan yanakları kızarmış halde utandırarak uyandırdı. Sahi o nasıldı? Bugün öğlenden beri hiç konuşmamışlardı. Hatta adam aklına bile gelmemişti. Hiç telefonu eline almamıştı bugün kız. "Yoksa mesaj falan atmasın" diye mırıldanıp, yattığı yerden, komidinin üzerindeki telefona ıkınarak uzandı. Telefonunun üzerinde parmaklarını ustaca kullanarak mesaj kutusuna hızlıca
göz attı. Sabahki "günaydın" mesajı dışında başka bir mesaj falan da gelmemişti. Arama listesine bakınca, altlardaki sevgilisinin ismini gördü. Karşısında 13.22 yazıyordu. Saatine baktı.
-"Bunca saat aklına gelmediysem, sen de benim aklıma gelmedin beyefendi" diye söylenerek telefonu ayak ucuna doğru fırlattı. Onu düşünmek uykusunun kaçmasına neden olmuştu.
Sevip sevmediğinden bile emin değildi sanki. Zaten bir tür alışkanlık değil miydi aşk dedikleri? Neden ilk aşkların yeri de tadı da bir türlü bulunamıyordu ki? İlk aşkının ismini, bazen halen daha dilinin ucuyla mırıldanıyor olması, ona devam eden büyük bir aşk beslemesinden değildi elbet. Olsa olsa, o ilk aşkın kendisi için bir daha asla ulaşılamayacağı bir ütopyaya dönüşmesi olabilirdi. Çünkü sonraları defalarca gördüğü, karşılaştığı o ilk aşkına karşı hiçbir şey hissetmemişti bile. Elini ilk tutan da oydu, ilk öpen de ona ilk sahip olan da. Ya şimdi? Şimdi çocuğun kiminle olduğunun bile bir önemi yoktu artık. Nasıl bu hale gelebiliyor ki insan diye düşündü kendi kendine. Onsuz bir hayatı yaşayamayacağını düşündüğün bir zamandan, artık onu görmeye tahammülün bile kalmadığı anlara nasıl dönüşüyordu insandaki bu duygu? Peki şimdi bununla da mı aynı son bekliyordu yoksa? Zaten son dönemlerde hiçbir şey paylaşamaz olmuşlardı. "Uzaklık, aşkın en büyük sınavıdır" derdi annesi kızcağıza.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZUNYUVA-Katilin Gözyaşları
Mistério / SuspenseMö-5-4 yüzyıllarında Karia Medeniyetine başkentlik yapmış Egenin şirin bir ilçesinde, günümüzde yaşanan, belki de "yüzyılın en büyük tarihi eser soygunu" sonrasında işlenmeye başlayan akıl almaz cinayetler, katilin bir sonraki cinayeti için bı...