Final - 1

17.8K 1K 237
                                    

Bölüm videosu: Mutlu Müslüman Çiftlerin Alışkanlıkları

"Esma Teyze!" Hira koridorun başına doğru hızlıca birkaç adım attı ve Elif'in annesinin elini tuttu. İkisinin de gözleri kızarmıştı, Esma Anne gözlerini yavaşça kapatıp açtı. "Elif," dedikten hemen sonra diğer elini de Hira'nın koluna sardı.

"Ameliyatta." Nefes alıp sol tarafında kalan deri koltuklara yaklaştı. Hira elinden tutarak ona yardımcı oluyordu, tabi onların arkasında düğün evinden kalabalık bir ahali de vardı. İyi insan olmak böyle bir şeydi, sevilebilmek böyle bir şeydi. Elif olmak böyle bir şeydi. Dimdik durmak zorundaydın; eğilmek, bükülmek, düşmek yakışmazdı.

Gözlerimi ovuşturup başımı kaldırdım, Esma Annenin bana baktığını görünce bakışlarımı gözlerine çevirdim ama o bana değil Elif'in kanının bulaştığı gömleğime bakıyordu. Yanında oturan Hira'ya parmak uçlarıyla dokundu. Bulunduğumuz katta sadece ameliyathaneler vardı, Esma Anne sessizliğin can sıkıcı tonunu fısıldamasıyla böldü. "Bu kadar... kötü mü?" Gözleri gömleğime takılı kalmıştı, başımı eğerek ben de tekrar baktım. Son anda kucağıma bayıldığında bu kadar fazla bulaşmıştı, elimi kaldırıp karnımın hizasındaki kanların üzerine yerleştirdim. "Biraz kan kaybetmiş sadece." Ben hala kan lekeleriyle uğraşırken Hira olabildiğince az endişelendirecek bir cevap vermişti. Zira on beş dakika kadar önce doktor kan bulunması için hemşireye talimat vermişti. Henüz bize gerek olmadığını söylese de benim kanım uyuyordu, hali hazırda bekliyordum. Elimi yumruk haline getirip gömleği avucumun arasında sıkıştırdım. Bir maganda kurşunu. Haberlerde duyduğumuz o maganda kurşunu. Canımı mı alacak yani?

"Yusuf," Kafamı kaldırıp asansörün önünde duran ağabeyime baktım. Ayağa kalkmak için yeltendiğimde gücümü toplayamayınca koltuğun sırtından destek alarak ayağa kalktım. Dişlerimi sıkarak ağabeyime doğru adım atmaya başladım. Kendimi daha önce böyle hissettiğimi hiç hatırlamıyordum, dengemi sağlamak da bile güçlük çekiyordum. Ağabeyim de bana birkaç adım atınca aramızda mesafe kalmayacak şekli almıştık.

"Kardeşim,"

"Ağabey." Kollarımı ona sarıp sıktığım dişlerimi serbest bıraktım. Allah'ım ona daha yeni kavuşmuştum, hasretlik koyma ne olur. Yanağımı ıslatan ardışık iki damlayı hissedince elimi yüzüme kapattım, derin nefeslerimi düzene sokup geri çekildim. Sen ki El-Cebbar'sın, her şeye gücün yeter ve hiçbir hükmüne karşı gelmek mümkün olmaz. Bir hüküm ver Rabb'im. "Gel, bir hava alalım." Ameliyathaneye doğru baktıktan sonra başımı salladım, merdivenlere yöneleceğim sırada ağabeyim kolumu tutarak asansörün açılan kapısına doğru yönlendirdi. Toplayamadığım gücümden endişe etmişti belki de. "Ne zamandır buradasınız ağabeyciğim?" Ensemi ovuşturup "Oluyor bir yarım saat."dedim. Bir yarım saat, bir dolu endişe, bir dolu eziyet. Bir hüküm ver ve bizi ayırma. Lütfen.

"Su alayım mı?" Kafamı iki yana salladım ve giriş kapısının önündeki banka oturdum. Beş dakika kadar hastane kokusundan uzak oksijeni soluduktan sonra beyaz bulutların iple bağlanmışçasına sarkan garip şekillerine baktım. Sağ tarafta kalan bir semazeni andırıyor gibiydi, onun hemen yanında da bir kedi vardı sanki. Kafamı oynatarak sola doğru bakışlarımı çevirdim, büyükçe gri bulutlar yoğunlaşmıştı dağ tarafında. Ortalarında kalan daha açık renkteki buluta odaklanınca öğlen namazını kılmadığım aklıma geldi. Zira bulut secde eden bir insanı andırıyordu. Ayağa kalkıp ağabeyime namaza gittiğimi söyledim ve hastanenin danışmasına mescidi sormak için yaklaştım.

"Esselamü aleyküm ve rahmetullah,

Esselamü aleyküm ve rahmetullah." Yoktu, dünya üzerinde ademoğlu için namazdan daha hayırlı hiçbir şey yoktu. Her ne durumda olursam olayım çarenin namazda, namazı verende olduğunu biliyordum ve bu beni ümitsizlik gibi tehlikeli bir oyundan uzak tutuyordu. Kelimelerden ziyade nefes alış verişlerimle talebimi Allah'a bildirdikten sonra ayağa kalktım ve koridora çıktım. Namazdan önce değiştirdiğim gömleği sağ elimde iyice sıkıp az önce ağabeyimle oturduğumuz banka doğru yürüdüm. Banka oturacağım sırada hastane marketiyle hastanenin duvarları arasındaki küçük alan ağlayan bir çocuk gözüme çarptı. Üzerindeki kıyafetlerden halini belli ediyordu; aslında sarı olan ama dışarının tozunu üzerine toplayarak koyu bir renk elde etmiş tişörtü ve siyah, sol diz kapağında yırtık olan bir kaprisi vardı. Neden ağladığını merak ediyordum. Yavaşça yanına yaklaşıp elimi omzuna dokundurdum, "İyi misin, kardeşim?" Yutkunduktan sonra ıslak yanaklarını sildi, olumlu şekilde kafasını aşağı yukarı salladı. "Gel, oturalım biraz." Bank ile arasında elli metre bulunmayan markete bir koşu gidip su aldım. O suyu içtikten sonra ben Yusuf, diyerek kendimi tanıttım.

Elif Gibi DikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin