Berra'ya göre güzellik hiç de öyle göreceli bir kavram falan değildi. Herkesin güzel bulduğu insanlar vardı. Örneğin; kuzeni Balım. Aynı zamanda herkesin çirkin olduğu konusunda hemfikir olduğu insanlar da vardı. Örneğin; kendisi.
Hayatı boyunca ze...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Florentino Ariza'ya, onun yenilmez gücüne, gözüpek aşkına baktı; gecikmiş bir kuşku ürküttü onu: ölümden çok yaşamdı sınırsız olan.
"Peki, bu Allah'ın cezası gidiş gelişleri ne zamana dek sürdürebileceğimizi sanıyorsunuz?" diye sordu.
Florentino Ariza'nın yanıtı, gecelerle birlikte, tam elli üç yıl, yedi ay, on bir günden beri hazırdı:
"Bütün bir yaşam boyu," dedi.*
Son sayfayı okuduktan sonra geriye doğru uzanıp kitabı ters bir şekilde karnımın üstüne koydum. Gözlerimi kapattım ve az önce okuduğum cümlelerin etkisinin geçmesini, kalbimdeki ağırlığın hafiflemesini bekledim. İkisi de olmadı.
Fermina Daza ve Florentino Ariza'yı düşünmekten kendimi alamıyordum.
Eray'ın şu konuda hakkı vardı:
Florentino Ariza'nın Fermina Daza'ya olan aşkı gerçekti. Sevdiği kadına bedeniyle sadık kalmamış olabilirdi ancak hayatının çok büyük bir bölümü -tam olarak elli üç yıl, yedi ay, on bir günü- onu beklemekle geçmişti. Ama olay sadece beklemek değildi. Olay, bir insanı sonsuza dek bile olsa bıkıp usanmadan beklemeye kararlı olmaktı. Bitmek tükenmek bilmeyen bir umutla sevmekti. Ya da 'unutmamak için bir hücrenin duvarlarına her gün bir çizgi çekmek zorunda kalmamak; çünkü onu anımsatan bir şey olmadan tek bir gün bile geçmemesi' idi. Fermina Daza'nın baktığı aynayı bulup sadece sevdiği kadın baktığı için onu alması gibi küçük ama önemli detaylar da vardı tabii -ki bence aşk asıl böyle detaylarda saklıydı. Bu kadar derin bir bağlılığa takıntı deyip geçerek Florentino'ya haksızlık etmiştim. Bu aşktı. Çaresizce ve delice. Hem hastalık hem şifa, hem ölüm hem yaşam gibi bir aşktı.
Sadece benim kafamdaki aşk tanımı, ruh ve beden açısından biraz daha farklıydı.
Florentino için Fermina Daza ruhunun aşkıydı. Onu tüm kalbiyle seviyor, ruhuyla her daim ona sadık kalıyordu fakat bedeniyle başka kadınları sevebiliyordu. Oysa ben, beden ve ruhun bütünlüğüne hala inanıyordum. Bunun sebebi muhtemelen lisede okuduğum Jane Austen romanlarıydı.
Austenvari romantik fikirlere kendimi çok kaptırmıştım. Hem bedenimiz hem de ruhumuzla aşık olacağımıza, buna karşılık olarak o kişiyi de vücudumuz ve ruhumuzla büyüleyeceğimize inanmaktan vazgeçemiyordum.**
Belki bu da farklı tipte bir aşktır dedi İyimser Berra.
Doğru, sonuçta aşkın tek bir tanımı yoktu. Hikayeler kahramanlarına göre değişiklik gösterebiliyor, kimse kimseye aynı şekilde aşık olmuyordu. Florentino ve Bay Darcy, Fermina Daza ve Lizzy Bennet'ı aynı şekilde sevmiyordu örneğin.
Aklımda bir anda beliren düşünceyle kaşlarımı çattım. Ben Mert'i nasıl sevmiştim?
Ona hissettiklerimin aşk olup olmadığından hiçbir zaman emin olamasam da onu sevdiğimi biliyordum. Yani o zamanlar öyle olduğunu düşünüyordum en azından. O gün SAS üçlüsüyle aramızda geçen konuşmadan sonra onu her gördüğümde heyecanlanmaya başlamıştım. Kalbim hızlı çarpmıştı ama hiçbir zaman ruh ve beden gibi konulara kafa yormamıştım. Fırsat da kalmamıştı zaten. Mert'le olan hikayemin sonu da başlangıcı gibi oldubittiye gelmişti.