-11-

19.2K 1.4K 312
                                    

Bölüm Şarkısı: Transatlanticism - Death Cab for Cutie

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bölüm Şarkısı: Transatlanticism - Death Cab for Cutie

Masayı toparladıktan sonra yemekten ayırdığım parçaları kedilere ve köpeklere götürmek için gönüllü oldum. Her ne kadar kedileri sevsem de kendimi bir kedi insanı olarak tanımlayamam. Köpek insanı hiç değilim -yazlığın müthiş tehlikeli sokak köpeği tarikatıyla ıssız bir sokakta burun buruna gelen kimse öyle olduğunu iddia edemez herhalde. Yine de onlara yemek vermeyi seviyordum çünkü aç kalmaları fikri korkunç derecede rahatsız ediciydi bence.

Beni iyilik meleği ilan etmeden önce şunu itiraf etmeme izin verin:

Gönüllü olmamın bir sebebi de Balım'ın bitmek bilmeyen Çınar-parti eksenli konuşmalarından birkaç dakikalığına da olsa uzaklaşmaktı. Akşamın kalanında ve iki gün boyunca sürekli bunu dinleyeceksem ki öyle olacakmış gibi görünüyordu, temiz havaya ve kafamı toparlamaya ihtiyacım olacaktı.

İşte tam da bu yüzden bizim sokakta yukarı doğru ilerliyordum. Sağ elimdeki yiyecek torbası yürürken ağır ağır sallanıyordu. Boştaki elim salaş hırkamın geniş cebinin içerisinde, gözlerim ise yoldaydı. Ta ki Erayların evinin önüne gelene dek...

Evleri, bizimkinden yalnızca birkaç metre uzakta, sokağın karşı tarafında yer alıyordu. Üç katlı, müstakil ve bahçeli bir evdi. Yazlıktaki çoğu ev bu özellikleri taşıyordu zaten. Ama onların evini diğerlerinden ayıran iki önemli özellik vardı. Diğer evlerden bir parça daha gösterişli olması ve bahçedeki ürkütücü cüce heykelleri...

Eray'ın annesi Elsa teyzenin (ona bu şekilde hitap etmenin çok saçma olduğunun farkındayım ancak teyzem ona 'teyze' dememiz konusunda oldukça ısrarcı, bunun saygı göstergesi olduğunu düşünüyorlar) biraz değişik, azdan çok da eksantrik bir bahçe cücesi sevgisi vardı.

Abartısız söylüyorum, bahçede pamuk prenses masalındakinin en az dört katı kadar cüce vardı ve ne yazık ki hiçbirinin sevimlilikle yakından uzaktan alakası yoktu. Bu, büyük ölçüde gözlerinin çiziminden kaynaklanıyordu sanırım. Tenis topu boyutundaki beyaz dairelerin ortasında dipsiz kuyular gibi simsiyah, daha küçük daireler... Bir de şu garip izlenme hissi vardı tabii. Ne zaman yanlarından geçseniz sizi o korkunç gözleriyle takip ediyorlarmış gibi hissediyordunuz.

Onlarla göz göze gelmemeye özen göstererek - bilmem söyleme gerek var mı, bahçe cüceleri tarafından izlenmek tam anlamıyla tüyler ürpertici bir histi- bakışlarımı mavi beyaz binaya yönelttim. Odaların hiçbirinde ışık yoktu fakat ön balkon ışıl ışıldı. Konuşma ve gülüşme seslerine bakılırsa misafirleri vardı, muhtemelen balkonda yemek sonrası keyfi yapıyorlardı.

Eray'ı çatık kaşlar eşliğinde bir kase dondurmayı midesine indirirken hayal etmek dudaklarımın titreşmesine sebep oldu ama izlendiğim hissine tekrar kapıldığımda hemen ciddileştim. Balkon ağaçlarla çevrili olduğundan beni görmeleri son derece düşük bir ihtimaldi. Bakışlarım cücelere kaydı istemsizce. Bahçe lambalarından süzülen ışık yüzlerinin yalnızca bir kısmını aydınlatıyordu ve bunun korkutucu görünümlerine olan etkisi muazzamdı.

Güzel RuhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin