İyi haber:
Utancımdan ölmedim.
Sanırım utancından ölmek diye bir şey yoktu. Ya da utanmak geçerli bir ölüm sebebi değildi. Olsaydı; ben çoktan tahtalıköye yerleşmiş, evimi barkımı kurmuştum. Bahçeme çilek bile ekmiş olabilirdim.
Ama hala buradaydım, değil mi? Ne evim vardı ne de çilek ekebileceğim bir bahçem. Kendimi çimdiklediğimde canım acıdığına göre acıyı da hissedebiliyordum. Bütün bunlar ölü olmadığımın kanıtlarıydı.
Tecrübeyle sabit yani, utançtan ölünmüyor. Özelden genele giden bir tür önerme gibi düşünebilirsiniz bunu:
Utançtan ölecek gibi hissettiğinizde acı çekiyorsunuz. Acı çektiğinize göre ölü değilsiniz. Öyleyse utanç geçerli bir ölüm sebebi değil.
Neyse iyi haberi geçelim de, gelelim kötü habere... Bu ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır zaten. Kahvenin yanında verilen soğuk su gibi. Zaten Osmanlı'da da soğuk suyu kötü haberin üstüne içilsin de hazmı kolaylaşsın diye verirlermiş. Şu inceliğe bakar mısınız?
Kötü haber:
Ölmediğim için kuzenimle sahile inmek zorundayım.
Balım bir haftadır eve kapandığımız için çok sıkılmış, bu yüzden de bugün sahile inmek için epey baskı yapmıştı. Elbette hayır demiştim. Eray ve aptal saz arkadaşlarıyla karşılaşmamak adına bir haftadır müthiş bir çaba gösteriyordum. Bu konuda epey başarılıydım. En azından düne kadar... İşte tam da dün –daha doğrusu dünkü olay- yüzünden çabamı iki katına çıkarmalıydım ki karşılaşma olasılığımızı sıfırın altına indirebileyim. Ancak Balım işimi oldukça zorlaştırıyordu.
Israrın işe yaramadığını fark edince teyzemle birlik oldu. Direndim. Hemen ardından eniştem, ben olmadan Balım'ın çıkmasına izin vermeyeceğini söyleyerek bir darbe indirdi. Yine de kararlıydım, hiçbir güç beni bu evden çıkaramazdı. Yazın tamamını evden geçirsem bile şuradan şuraya adım atmayacaktım. Bunları dile getirince Balım'la tekrar tartıştık, birkaç kez sinir krizinin eşiğinden döndük. Balım taktik değiştirip yavru kedi bakışları atmaya başladı.
Sonuç:
Sıcaktan iyice kabaran saçlarım, güneş kremine bulandığı için hayalet beyazına dönen ten rengim ve artık yüzüme yapıştığını düşündüğüm somurtkan ifademle yolun aşağısına doğru yürümekteyim. Gardiyanlık etmem gereken güzel prenses de hemen yanımda elbette.
Tamam, bu sıcakta evde oturmaya ben de hevesli değildim. Ve evet, söylediklerimin kulağa çok dramatik geldiğinin ben de farkındaydım. Ama ne yapabilirdim ki? Asıl istediğim, bu lafların esas sahibine yani Eray'a haddini bildirmekti ve bunu yapamıyordum. Sizi hiç takmayan birine trip atmanın, kırgınlığınızı belli etmenin ne kadar zor olduğu hakkında bir fikriniz var mı? Hem düşününce çok da anlamsız ve gereksiz bir şey, değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güzel Ruh
HumorBerra'ya göre güzellik hiç de öyle göreceli bir kavram falan değildi. Herkesin güzel bulduğu insanlar vardı. Örneğin; kuzeni Balım. Aynı zamanda herkesin çirkin olduğu konusunda hemfikir olduğu insanlar da vardı. Örneğin; kendisi. Hayatı boyunca ze...