İhanet

99 12 1
                                    

Arkadaşlar bölüm geciktiği için çok özür dilerim. Sınav haftası olduğundan dolayı yazmaya fırsatım olmadı. Gerçekten çok özür dilerim. Bundan sonra zamanında yazacağım. İyi okumalar .

Jeremy'nin Ağzından

İkimizde hareketsiz birbirimize bakıyorduk. Boğazım düğümlenmişti sanki konuşamıyordum da. Görmeyeli uzun zaman olmuştu. Hiç değişmemiş, hala eskisi gibi çok güzel.

Aradaki bu sessizliği Scarlett bozdu :

- Yüzünüz tanıdık geliyor, Dolunaydı değil mi?

- Evet, nerden biliyorsunuz?

- Ben Scarlett Johansson, Ajan Renner'ın yeni yardımcısıyım. Eski yardımcıları hakkında birkaç şey öğrendim. Siz üç yıl yardımcılık yapmışsınız. Şaşırınca araştırmıştım.

- Ö-öylemi? Tamam, şey ben memnun oldum. Ben, ben gitsem iyi olacak.

Arkasını döndü kapıya doğru bir adım attıktan sonra durdu ve bana öyle bir baktı ki sanki körelen duygularımı yeniden yaşamış ve onu ne kadar özlediğimi hatırlamıştım. Şuan ona o kadar sarılmak istiyordum ki! Sanki bir sarılsam bir daha bırakmayacaktım. Ama bir şey bana engel oluyordu, ihanet! O bana ihanet etmişti. Beni gerçekten sevip sevmediğini bile bilmiyordum.

Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Gözlerim Scarlett'a kayarken bize çok dikkatli bakıyordu. Benimle göz göze gelince başını önüne eğdi ve o anda bir kapı sesi duydum. Dolunay gitti!

Kapıya doğru iki adım atıp durdum. Bir yanım git, diğer yanım gitme diyordu, yaşadığım acılar gitmeme engel oluyordu. Odanın camından dışarı kaydı gözüm, çıkış kapısından bana baktı bir kaç saniye sonra da gitti.

Sendeleyerek arkamdaki koltuğa oturdum. Sanki dünyadaki bütün duyguları aynı anda hissediyordum. Başım ağrımaya başladı. Robert ve Scarlett'ın bana baktığını fark edince yerimden kalktım. Robert'ın omzuna elimi koyup :

- Hemen hazırlan, bugün yola çık. Şu beynindekini çıkartsınlar. Bir hafta sonra aynı görev için koşturuyor olacağız.Tabi sen iyileşene kadar ben bombayı bulmazsam.

Sahte bir gülümsemeyle ona baktım. Olumlu anlamda kafasını salladı. Sonra da :

- Eee, şimdi ne yapacaksınız?

- Bu adamın bombayı Türkiye 'den çıkaracağı falan yok. Bombayı Türkiye'de arayacağım.

- Bombayı Türkiye'de patlatır mı?

- Sanmam, hatta hayır. Onu Türkiye'de patlatmayacak.

- Nerden biliyorsun?

- Ben bilirim.

Masanın üzerinde duran bardağa sürahiden su doldurup içtim. Scarlett'a dönüp :

- Hadi Scarlett gidiyoruz.

- Nereye?

- Kartal'a.

- Sormam saçma oldu sanırım. Sonuçta söylediğiniz hiçbir yeri bilmiyorum, neyse.

- Kadınsal olarak merak ediyorsun Scarlett, çok normal.

İçinden bana gıcık dediğine eminim. Ama şuan ne az önce yaşananları ne de Scarlett'ı düşünecek durumda değilim. Kafamı toplayıp görevime odaklanmalıyım.

Robert'a dönüp :

-Haftaya görüşürüz dostum.

- Görüşürüz efendim.

-Efendim ne lan? Dostuz biz, neyse çabuk iyileş.

-Emredersiniz.

-Gıcık mısın oğlum sen?

- Tamam, tamam hadi gidin.

-Bir de kovuyo.

- Jeremy defol!

- Tamam biz gittik. Yada hadi sen de gel. Hemen hazırlan.

Scarlett'ın Ağzından

Jeremy'nin söylediklerine o kadar inanmak istiyordum ki! Ama bir de gördüklerime bak, kız kaçtı resmen. İnsan neden değer verdiği bir arkadaşından kaçsın ki? Bir de o birbirlerine olan bakışları var. Jeremy'nin gözünden aşk akıyordu resmen. Anlamamak için mal olmak lazım. Off yaa... Ne geçti acaba aralarında? Hayır bir de bana arkadaştık diye yalan söylüyor. Gerçi mantıken bana özel hayatını neden anlatsın ki? Ben kimim ki onun gözünde? Hiç! Ama neden yalan söylüyosun be adam? Hiçbir şey söylemese daha iyiydi.

Offf, çok mu kuruyorum acaba kafamda. Belki aralarında kötü bir şey yaşandığı için kaçtı kız. Saçmalama Scarlett ya, kendini kandırıyorsun.

- Scarlett!

Jeremy'nin sesiyle irkildim.

- Efendim.

- Yemek yapmayı biliyor musun?

Jeremy otele gidip evli taklidi yapmak istemediği için Robert'ın evine geldik. O da eşyalarını toplayıp az önce gitti.

- Scarlett, kime diyorum ben ?

Jeremy'nin sesine doğru yürüyüp :

- Az-çok bir şeyler biliyorum

- Ben bu cümleyi hiç sevmedim. Şimdi senin yaptığın yemeği yiyip mideyi bozmayalım, en iyisi dışarıdan söyleyelim.

Gıcık ya, pislik.

- Siz bilirsiniz. Zaten etrafa ve buzdolabının üzerindeki sipariş numaralarına bakarsak Robert'ta dışardan yiyormuş. Buzdolabında pek bir şey olacağını da sanmıyorum.

Buzdolabının kapağını açtığımda yanılmadığımı gördüm. Dolapta sadece birkaç içki şişesi ve meyve suyu vardı. Jeremy buzdolabının üzerindeki bir kartı alıp numarayı çevirdi. Ama İngilizce ya daildiğim bir dil konuşmuyordu. Sanırım Türkçe konuşuyor, ama nerden biliyor ki?Belki de Dolunay'dan öğrenmiştir. Kesin ondan öğrendi. Telefonu kapatınca :

- Ne sipariş ettiniz?

- Döner ve lahmacun, yanında da ayran.

Bunları duyunca gözlerimin kocaman olduğuna eminim. Tek kaşımı kaldırıp :

- Döner ve lahmacun mu? Lahmacun ne? Tamam döneri duymuşluğum var ama...

- Çok lezzetli bir yemek. Etli pizza gibi düşün.

Bu adam ne diyor yaa...

- Peki öyle olsun umarım güzeldir.

Sonra bir anda kafama Jeremy'nin Türkçe konuştuğu dank etti ve :

- Siz Türkçe'yi nereden biliyorsunuz?

- Şey...

- Dolunay mı öğretti?

Bu soruyu sorarken çok bilmiş bir cadıya benzediğime eminim.

- Evet, ben zamanında merak etmiştim. Sonuçta dil güzel bir şey. Görev icabı da ne kadar dil o kadar iyi.

- Haklısınız. Peki kaç dil biliyorsunuz?

-9.

- Oha!.. Ay yani şey... Pardon öyle demek istemedim . Bende 4 dil biliyorum. Öğrenmeniz zor olmadı mı?

- Küçüklükten beri bu meslekte olacağımı biliyordum. O yüzden erkenşta dil eğitimleri aldım. Senelerdir de hala alıyorum.

- Kaç senedir?

- Hımm, bir saniye... Öğrencilik dışında 10 sene.

- Kaç yaşındasınız ki?

- 35.

Tam o sırada zil çaldı. Siparişler gelmiş olsa gerek. Kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açınca karşımda Mark'ı görmeyi beklemiyordum. Oha lan Mark burda!



SADECE GÖREV !Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin