"Hayat, ıstırap ve keder verirse; sükuneti müzikte arayınız."
-Konfüçyüs
Bana en baştan başlamamı söyledi. Bunun çok para edeceğinden bahsetti... Çok satılırmış. Herkes bizim geçmişimizi öğrenmek istiyor olduğundan, geceden uyku tulumları ile saldırırlarmış kitapçılara. Öyle para getirirmiş ki bu iş, birkaç yayınevi birden ortak olmak istermiş basıma. Eh, sonuçta sadece Türkiye'de kalmayacakmış, bu basım. Açılacakmış, büyüyecekmiş... Yurt dışına, Avrupa'ya gönderilecekmiş koli koli! İnsanlar çıldıracakmış. Öyle çıldıracaklarmış ki, iki arkadaş kavga bile edebilirmiş bunun için. Milyoner olacakmışız... Milyoner! Şimdikinden kat kat artacakmış paramız, ünümüz. Sakin falan kalamazmışız! Nereden de gelmiş aklına bu parlak fikir! Ah, ne kadar da zekiymiş! Üzerimizden bu ölü toprağını atacakmışız... Tekrar yurt dışına açılırmışız belki. Fransa'da rastladığımız o küçük köşe kafesini çok özlemiş...
Ah, bunu anlamalıymışım. Ne kadar da isteksiz, oyunbozan bir kızmışım ben böyle! Kalemi benim kadar güçlü olsaymış nefes almadan yazarmış her şeyi. Ah... Ne kadar da yazıkmış!
Pekala. Biliyorum ki, bu satırları okurken dahi tırnaklarını kemirecek, sürekli saçını düzeltecek ve kıyafetindeki tozları silkeleyecekti. Onu, topluma, egoist, narsist, aklı fikri sadece para olan bir menajer bozuntusu olarak tanıttığımı söyleyecek, çok kırıldığını gösteren birkaç mimik oynatacak fakat sonra eline parayı alacak ve susacaktı. Buradaki tek sorun, onun gerçekten de egoist, narsist, aklı fikri sadece para olan bir menajer bozuntusu olmasıydı. Ve sizi temin ederim ki onun söylediğini yapmaktansa, ses tellerimi aldırmayı tercih ederim. İlerideki satırlarda, eminim bunun ne denli büyük bir yemin olduğunu anlayacaksınız. Fakat hayır, tüm bunları para için yapmıyorum. Para, dilek listemde hiç yoktu. Hiç olmadı... Elbette tıpkı diğer gençler gibi her istediğimi elde etmek isterdim. Her güzel bulduğumu almak, giymek, yemek, içmek! Fakat bu, hiçbir zaman bir dilek olmadı benim için. Hatta, keşke bile olmadı, biliyorum. Hayattaki dileklerim ve keşkelerim her daim maneviyat üzerine kuruluydu benim. Küçük, küçücük şeylerdi bazen.
Mesela, hızla gelen bir arabanın kaldırımın kenarında duran ve yağmur suyunu yalayan zayıf, aç bir kedi yavrusunu korkutmamasını diledim. Veya, uzayan çimenlerin kesilmemesini, etrafın hep yeşil, yeşil kalmasını diledim... Yağmurun yağmamasını; bazen hiç yağmamasını diledim. Evi olmayan insanları düşünüp her fırtınada sessiz sessiz ağladım. Sonra, yağmur yağmayı kesince, penceremin dışındaki kuruyan çiçeğe bakıp, kızdım kendime. Olmuş muydu şimdi? Kesmişti yağmur yağmayı... Ve şimdi soluyordu tüm çiçekler!
Kalbimin de o çiçekler gibi solduğunu fark etmedim. Çok sonra anlamıştım, Susanna Tamaro'nun ne kadar da haklı olduğunu!
Aşırı iyilik, diyordu, şüphesiz ki şeytan işidir. Lakin küçüktüm; henüz emekliyordum yaşıtlarım koşarken. Ben koşarken ise, onlar emekliyorlardı; çünkü kalmamıştı güçleri, yemiş bitirmişlerdi kendilerini. Yine de çok sonraydı anlamam... Kötüydü, iyilik. O halde kötülük ne idi?
İşte bu da sonradan öğrendiğim o milyonlarca şeyin içerisindeydi.
Lakin edindiğim bir dost vardı. Onunla beş yaşında tanışmıştım. Bir cami minaresinden yükselen ezan sesinde, bir kilisedeki melek korusunda, bir sinagog ayinindeydi. Bütün bütün işlemişti, ruhuma. İlmek ilmek dokumuştu, özümü... Mırıl mırıl geziniyordum odalarda. Küçük küçük söylüyordum kelimelerimi. Sonra, biraz daha yükseldi sesim; annem bana bir radyo hediye etmişti. Ardından, MP3 Çalar oldu ismi; ardından kendisini akıllı telefonların ellerine bıraktı... Beynime kazınıyordu, her bir ritim, her bir kafiye her bir nota adeta. Ve aklım kalabalıktı; hayatım boyunca kötülüğü bilmezken karışıvermişti birden...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON
RomanceOkulumuzun şak şakçı takımı, ellerinde koca pankartlarla bağırıyor, haykırıyor, alkışlıyorlardı. Gururum ciğerlerimi kabarttı, soluğumu kesti. Yahu ne de garipti! İlk heyecan geçtikten, o tatlı his tüm vücuduma yayıldıktan sonra fark ettiğim şey, z...