3 Ocak 2041, Cumartesi.
Bunu ilk defa baştan sona okuyorum. O zamanlar zihinlerimizin ne kadar parlak ve bir o kadar bulanık olduğunu okumak biraz ürkütücü. Ve ürkütücü olan tek şey kesinlikle bu değil. Ben... neden bu bilgisayarın başında olduğumu bile bilmiyorum. Burada oturan kişi ben olmamalıydım. Doğru düzgün cümle kuramazken şimdi bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Şükür ki, bilgisayar programı cümlelerimi ve noktalama işaretlerini benim yerime düzenliyor. Evet... Neden burada olduğumu, neden bu odada olduğumu bilmiyorum.
Nerede kaldığına bakmak istemiyordum. Bu hikayeyi nerede bitirdiğini bilmek istemiyordum, hiçbir şey istemiyordum. Hepimiz biraz delirdik, hepimiz kaybolduk, hepimiz acı ile dolduk. Ama en çokta o kayboldu. Aramızdaki en mucizevi insan. En kusursuzumuz.
İsyan edilecek çok şey var. Ağlanılacak, bağırılacak çok şey var. Ama ağlayıp sızlamak istemiyorum. Siz kimsiniz bilmiyorum ama kendimi size gerçekleri anlatmaya sorumlu hissediyorum. Belki de Ulaş gibi ünlü bir yazar olurum, kim bilir?
Kırkımızdayız. Kırklanmış kurtlu şaraplarız, ne garip. İçimiz kurtlu. Neyse. Size, bir takım şeylerden bahsetmiş. Bu garip çünkü Seren benim kızım ve o beş yaşında...
Bir menajerimiz yok. Biz hiç... tam anlamıyla olmadık. Biz hiç çok ünlü olmadık. Olmadık. Hiç turnelere çıkmadık. Fransa'ya, İtalya'ya gitmedik. Eftalya'nın devrimci protest müziği ve sözleri başımıza iş açmadı. Olmadık.
Onu suçlamıyorum. Elbette onu suçlamıyorum. Suçladığım kişi... Suçladığım kişiler...
Biziz. En yakınları olduğumuzu söyleyen bizler. Belirtilerini fark edemedik. Yalnızca Ulaş biliyordu. Ve Serenad. Bize bir şey söylememişlerdi. Bize hiçbir şey söylememişlerdi. Onun bir takım sanrılar gördüğünü, tedaviye başladığında öğrendik. Ulaş, Emre, Aral ve beni karşısına alarak uzun, rahatsız edici ve acı verici bir konuşma yaptı. "O hala aynı, Eftalya." Diyordu. "Farklı davranmayın. O hala Eftalya. Sadece bu süreci atlatana kadar..." Sonuna doğru kendini tutamayarak ağlamaya başladığını hatırlıyorum. Ulaş'ın ağladığını ilk defa görüyordum. Fakat son olmadı.
Onu daha sonra bir çok kez gizli gizli sigara içerken ve ağlarken gördüm. Bunu sorguladığını, buna içten içe isyan ettiğini biliyordum. Kimi zamanlar Eftalya hırçınlaşıyordu. O kadar kalp kırıcı oluyordu ki, onu tutup sarsmak istiyordum. Fakat sonra, küçük bir kız çocuğuna dönüşerek defalarca özür diliyordu. Ona kızmanın yersiz olduğunu biliyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. O benim annem gibiydi. Bana kızar, beni neredeyse döver, beni sürekli yola sokmaya çalışırdı. Kötü bir şey yapacağımı bildiğimde, onun kızgın suratı ile karşılaşarak kendime çeki düzen verirdim.
Benim için bir dosttan fazlası. Her zaman öyle olacak. Doktor, bir gün beni aradı. Eftalya'nın durumu ile bilgi vermek istiyordu. Ulaş'a bir türlü ulaşamadığını söylüyordu. Endişelenmiştim. Ulaş içinde, Eftalya içinde. Çünkü Ulaş, asla telefonunu kapatmazdı. Alelacele giyinerek hastaneye gittim. İlerleme kaydettiğini, artık ilaç takviyesi şartı ile evde tedavi göreceğini söylüyordu. Eftalya beni görünce mutlu olmuştu. Gözleri Ulaş'ı arıyordu, haklıydı. Ulaş onu hiç ziyaret saatlerinde yalnız bırakmamıştı. Onu evine götürdüm, içeriye sevgi ile girdi. Salondaki düğün fotoğraflarına özlemle baktı. "Nerede?" Diye sordu sonra. "Ulaş nerede, Teoman?" Ona bilmediğimi söylemedim. Bankadan izin vermedikleri için onun yerine benim geldiğimi söyledim ona. "Ben yokken evi hiç temizlemedi, değil mi?" Diye hayıflanmıştı. Ona gülmüştüm. "Hayır, temizlemedi." Demiştim, zorla. "Her yer toz olmuş." Demişti, "ütü yapmayı öğrendi mi?" Diye sormuştu sonra. Ona öğrettiğimi söylemiştim. "Koca çocuk." Diye sevmişti, damatlık içerisindeki fotoğrafını. "Ne işi bu Teo?" Diye şikayet ediyordu, evi temizlerken. Evet. Eski Eftalya karşımdaydı işte. Buradaydı. "Pizza söyleyeceğim akşama." Dedi, yerleri silerken. Bende toz alıyordum. "Hiç yemek yapmakla uğraşamam. Ayrıca, kendime çeki düzen vermem gerekiyor. Yarın alışverişe gideceğim. Gerçi bugün cumartesi, öğlen gelir, Ulaş. Bugünde çıkabilirim. Pazartesi iş başı yapıyorum." Biraz erken değil mi diye sormuştum ona. "Yok canım." Demişti. "Geç bile."
Hastanede olduğu süre boyunca izinliydi, Eftalya. Hocası, asistansız kalmıştı o yokken. Ayrıca bildiğim kadarıyla, yakın zamanda yayınlamak için uğraştığı tezi üzerinde de çalışması gerekiyordu. Yani işte yapması gerekenler vardı...
O buradaydı. Hayat dolu, neşe dolu, anaç Eftalya'ydı o. Temizlik bittikten sonra, Eftalya bana kahve yaptırdı. Ben mutfaktayken, anahtarın kapı deliğine giriş sesi duyuldu, evde. Kapı açıldı. Önce bir sessizlik oldu, sonra Ulaş'ın mutluluk ve şaşkınlık dolu bağırışı duyuldu. "Eftalya!" Gülüşmeler ve mutluluk nidaları hala kulaklarımda. Bir süre mutfaktan çıkmadım ve onlara zaman verdim. Sonraysa, yaptığım iki kahveyi yavaşça ayakkabılığın üzerine bırakarak evden çıktım. Kapıdan çıkmadan önce, o günün hayatımdaki en mutlu günlerden biri olduğunun bilincindeydim.
Eftalya ilaçlarını aldığı sürece, Eftalya'ydı. Halüsinasyonlar görmüyor, bir şizofrenin sergilediği davranışların hiçbirini sergilemiyordu. Onu tekrar kazanmıştık. Ulaş ile çok mutlulardı. Yaklaşık beş yıl sonra, bir oğulları oldu. İsmini Çağdaş koydular. Benim kızım Seren ise, Çağdaş'tan beş ay sonra doğdu. Ay gibi parlak bir bebekti, Seren. Çok güzeldi. İsmini Emre Amcası koydu. Her neyse...
İki yıl önceye kadar her şey çok güzeldi. Fakat iki yıl önce, Eftalya ve Ulaş, Çağdaş'ı bir trafik kazasında kaybetti. Hepimiz kahrolmuştuk. Bize güçlü görünmeye çalıştığını biliyorduk. Tamda o sıralarda Emre'nin yeni doğan kızı bizi oyaladı. Aral, yurt dışına çıkmıştı. Haberleri aldıktan sonra iki haftalığına Türkiye'ye geldi, gitti. Yine her şey normale dönüyor gibiydi. Bu defa o denli içinde yaşıyordu ki, acısını Eftalya, Ulaş bile anlayamamıştı.
İlaçlarını almayı kestiğini, hastalığının nüksettiğini, Eftalya'nın değiştiğini kimse anlayamamıştı. Ulaş ile birbirlerine dayanmaya çalışıyorlardı, birlikte her ne olursa olsun mutlu olduklarını biliyorduk. Bir evlat edinmeyi düşünüyorlardı.
Ah, Eftalya aynı zamanda o kadar hassastı ki... Hiçbirimiz anlayamamıştık. Bir gün onu evinde, banyoda kanlar içerisinde bulduk. Daha fazla dayanamamıştı.
Onu geçen sene bugün, bu saatlerde kaybettik.
Ah, buralara nasıl geldim bilmiyorum. Yalnızca, eski birkaç fotoğrafı arıyordum ve Ulaş, Eftalya'nın bilgisayarına bakmamı önermişti. Masa üstünde Ağustos Böcekleri isimli bu dosyayı gördüğümde, kendimi okumaktan alı koyamadım.
Eftalya, her defasında Ulaş'ın sigara içmesinden ne kadar nefret ettiğini yazmış. Evet. Bundan bizde nefret ediyoruz, Eftalya. Hepimiz bir şekilde kötü alışkanlıklardan kurtulsak da, onu bu batağın içerisinden çekemedim. Yaşadığından bile emin değilim. Şu anda balkonda, sigara içiyor. Onun, hiç kimseye aldırmadan seninle konuştuğunu duyuyor olmalısın.
Elindeki sigaranın son sigara olacağına dair milyonlarca yemininden yalnızca biri şu anda zikrettiği. Ah, her sigara içişinde bunu yapıyor.
Söz, diyor. Bu son.
Bu son.
Efi, Bu içtiğinin son sigara olmasını sağlayacağım. Diğer tarafta görüşürüz, olur mu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON
RomanceOkulumuzun şak şakçı takımı, ellerinde koca pankartlarla bağırıyor, haykırıyor, alkışlıyorlardı. Gururum ciğerlerimi kabarttı, soluğumu kesti. Yahu ne de garipti! İlk heyecan geçtikten, o tatlı his tüm vücuduma yayıldıktan sonra fark ettiğim şey, z...