Bölüm 27: Haydi bakalım.

1K 64 16
                                    

Arkadaşlar hepinizin geçmiş kurban bayramı mübarek olsun, afiyet olsun. 

Lütfen görüşlerinizi esirgemeyiniz. İyi okumalar!

 İyi okumalar!

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Müzik temelde bizde belli bir oranda güç kazanan

yaşam duygusunun özünde belli olan acıyı anlatır;

müziğin verdiği heyecanın yapısında da bu açıdan

uzaklaşıp onu uzaktan izleme düşüncesi vardır."

- Friedrich Nietzsche

Gecenin o kendine has soğuğu iliklerimi titretirken, elimi ocağın ateşine tuttum, ısıttım biraz. Epey buz tutmuştum ellerimde, Ulaş'ın kaşı için. Şimdi onun için demlediğim çayın ateşinde ısıtıyordum ellerimi. Bir şey yemem, bir şey içmem diye diretmişti fakat içim rahat etmemişti hiç. Bir çay demleyivermiştim hemen. Bilirdim ki, iyi demlenmiş bir bardak çaya hayır diyemezdi. Siyah zeytin çıkardım, bir de domates söğüşleyiverdim. Evde ekmek yoktu diye hayıflanırken, evlerinden çıkmadan annesinin elime tutuşturuverdiği poşet geldi aklıma. Sabah önümde ıslattığı yufka ekmek ile, basma peyniri çıkardım tezgahın bir kenarına fırlattığım poşetin içerisinden.

Çok tatlı bir kadındı, annesi. Bembeyaz saçları vardı, yazmasının altından göğsüne kalınca bir örgü olarak düşen. Gözlerini, çillerini annesinden almıştı, Ulaş. Gülüşü, hareketleri bu kadar benzerdi! Yanında olduğum zaman boyunca ya yemek yapmış, ya da örgü örmüştü kadıncağız. Yüzündeki kırışıklıklar gün geçtikçe artmıştı sanki. Çoğu zaman elindeki örgüyü unutup uzun uzun ya saate, ya da duvardaki halıya dalıyordu. Halının üzerinde hoş bir ceylan, ürkek bir edayla uzaklara dikmişti gözlerini. Onu kim korkutmuşsa, dibindeki su birikintisine bakmıyordu bile. Suyun şavkı vurmuştu alacalı yüzüne. Yeşilin her tonu vardı, başının üzerine sarkan dallarda. İleride bir avcı kulübesi görünüyordu ve mavi dağlar... Dalıp dalıp gidiyordu insan. Lakin güzelliğine değildi bizim dalmalarımız. Ulaş'a idi. İnanması da zordu hani. Bir hafta boyunca kayıplara karışan adam, şimdi hemen yan odada uzanıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu, yüzü yara bere içerisindeydi. İçim paramparça oluyordu onu ne zaman böyle görsem. Büyümüştü artık yahu, koca adam olmuştu. Babasının gücü nasıl yetiyordu hala ona? Nasıl hala izin veriyordu? Haydi diyelim ki, on yedi yaşındaydı biz tanıştığımızda. Cılızdı kolları, güçlü değildi pek. Ya şimdi? Öyle miydi hala, hayır. Başka bir şey vardı... Başka bir şey ama ne! Derken, kaynayıverdi su. Fokurdayıp taşmaya başlayınca ocağı söndürdü. Gazı kapattım. Masanın üzerine attığım bir bezin üzerine koydum çaydanlığı ve derin bir nefes aldım. "Ulaş?"

SONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin