Bölüm 10 - ayin

881 123 22
                                    


     Tapınağın hayli büyük siyah granit adak taşının üstünde yatarken her ikisi de hafifçe titriyordu. Ayinin başında onlara içirdikleri kan renkli sıvı her ne ise, daha midelerine inerken şuurları yarı kapanmış, rahibin tekrarladığı sözleri anlayamaz olmuşlardı. Ne kadardır burada olduklarına dair hiçbir fikri yoktu. Belki bir saat önce belki de günlerdir o taşın üzerinde yatıyorlardı. Zaman kavramı önemini yitirmiş, sonsuz bir boşluk duygusuyla birlikte, zamana dair tüm hisleri körelmişti. Yerinde doğrulmak istediğinde rahibin yanındaki kadın onu nazikçe göğsünden iterek yeniden yatırdı. Rahibin elindeki buhurdanlıktan yayılan tütsü sanki yüksekten düşercesine içinin çekilmesine sebep oluyordu.

     Tapınağın, dışarıdan görülmeyen, tepesindeki bir pencereden içeri giren ay ışığı, tam onların yattığı sunağı aydınlatıyor ve çıplak bedenlerine çizilmiş desenlerin daha da ürpertici olmasına yol açıyordu. Her ikisi de yarı bilinçsiz bir şeyler mırıldanıyorlardı. Tapınağın dışında, tüm tapınağı çevreleyen, el ele tutuşmuş köy halkından oluşmuş bir çember vardı. Kushgan'lar içeride rahibin sürekli tekrarladığı sözleri aynı şekilde tekrarlıyor ve gözleri kapalı, hareketsiz duruyorlardı. Rahip sesini yükselttiğinde, her ikisi de adak taşının üstünde daha şiddetli titremeye başladılar. Gözlerinden istemsiz yaşlar boşalıyordu.

     Dışarıdaki halk da sesini yükseltti. Tundranın sessizliğinde uğultu git gide yükseliyor, yayılıyordu. Dolunayın saçtığı ışık, el ele tutuşmuş köylülerin yüzlerinde garip gölgeler oluşturuyordu. Köyün hemen dışından bir kurt uluması duyuldu. Bunu diğer yönlerden gelen ulumalar izledi. Rahip Balannish ve köylüler kadim sözleri tekrarladıkça sunakta yatan iki adam yattıkları yerde kasılarak iki büklüm olup ardından vücutları yay gibi gerilerek bilinçsizce debelenmeye başlamıştı. Sunağın yanında duran kadın içleri samanla doldurulmuş hilal şeklinde iki yastık alıp boyunlarını saracak şekilde enselerine yerleştirdi. Kasılmalar şiddetlenirken her ikisinin de ağzından köpükler gelmeye başladı.

     Rahip ve köylüler artık daha da yüksek sesle, haykırırcasına sözleri tekrarlıyorlardı. Birkaç dakika öncesine kadar gök yüzünde tek bir bulut yokken, birden bire başlayan rüzgarla birlikte parça parça bulutlar tam üstlerinde toplanmaya başlamıştı. Kısa sürelerle ayın önünü kapatıp, sonrasında sanki ayın çevresini sarar gibi bir halka oluşturdular. Gökteki bulutlar Tapınağın çevresindeki köylülerin yansıması gibiydi. Ansızın şimşekler çakmaya başladı. Oysa havada yağmur kokusu yoktu. Geceyi bölen gök gürültülerine kurtların uluması da ekleniyor, köylülerin haykırışlarıyla pekişince sanki yer yerinden oynuyordu.

     Tapınağın iç duvarlarında damlacıklar oluşmaya başladı. Kan kırmızı damlalar duvarlarda birleşerek aşağı akmaya, tapınağın tabanını oluşturan mermer zemin üzerine oyulmuş kanallarda toplanıp, sunağı çevreleyen bir sembolü meydana çıkartmaya başlamıştı. Rahip, boyundaki kolyeyi çıkarıp eline aldı. Tapınağın zemininde oluşan sembolün küçük hali olan kolyeyi sıvının aktığı kanala doğru hızla fırlattı. Ağır metalden yapılmış kolyenin yere çarpmasıyla oluşan kıvılcımlarla kırmızı sıvı bir anda alev alarak tapınağın tabanındaki kanallar boyunca yayıldı. Tapınağın içi alevlerle aydınlandığında, sunağın üstünde kasılan, titreyen iki bedenin gölgeleri duvarlarda görünür oldu.

     Dışarıda çakan şimşeklerin yaydığı buz gibi soğuk ışık, tavandaki pencereden içeri çok büyük bir şiddetle giriyor, kıvranan gölgeleri anlık yok edişlerle silip, rölyeflerin görünmesini sağlıyordu. Tapınağın dışına resmedilmiş manzara ve kuşların sembolize ettiği sonsuz ve huzurlu yaşamdan sonra içeride duvarlara işlenmiş rölyefler başka bir dünyayı anlatıyordu. Ellerinde çeşitli silahlar olan insanların, son derece çirkin ve korkutucu yaratıklarla olan savaşı tüm duvarlar boyunca taşlara oyulmuş, kök boyalarla renklendirilmişti. Rahip kenarda duran altın bir asayı alıp, sunak taşının ortasında yer alan oyuğa yerleştirdi. İnsan boyunda olan asanın üstündeki tırnaklar arasında rengi değişen, parlak ve şeffaf bir taş vardı. Her şimşek çakışında farklı bir renge bürünen taş, kısa süre sonra ışıldamaya başladı. Sanki içinde, ortasında bir ışık kaynağı vardı ve şimdi yavaş yavaş ışık vermeye, ışık verdikçe daha da parlamaya başlamıştı. Tapınağın içini tamamen aydınlatıyordu. Gölgeler yok olmuştu artık. Sunak taşının üzerinde yatan ve kasılmalarla gerilen vücutlar ışığın yoğunluğuyla sanki daha çok acı çekiyormuş gibiydiler.

     Rahip ansızın sustu. Sadece dışarıdaki çemberi oluşturanların haykırışları yankılanıyordu tapınağın içinde. Taşın ışıltısı arttıkça duvarlardaki rölyefler, sunağın yanında ayakta duran rahip ve kadın sanki görünmez oluyorlardı. Tam o anda gökyüzünde bir şimşek çaktı ve ardından da tapınağın tavanındaki pencereden, sunağın tam ortasındaki asaya yıldırım düştü. Tundrada günlerce mesafe uzaktan duyulacak, ayaklarının altındaki toprağı, tapınağın kalın taş duvarlarını sarsacak kadar güçlü bir çatırtı koptu. Rahip ve yardımcısı bir an düşecek gibi oldular. Asanın üstündeki taş güneş kadar parlak bir ışıltıyla odayı adeta şeffaf hale getirmişti. Köylüler sustu. Tundranın her yanında sessizlik hakimdi. Sunakta kıvranan iki beden bir an için hareketsiz ve yay gibi gerilmiş halde kaldı. Sonra yavaş yavaş gevşemeye başladılar ve taşın üzerinde yeni doğan bir çift bebek gibi kendilerini tamamen bırakarak hareketsiz kaldılar. İçeri giren kadın ve erkekler, her ikisini de nazikçe, yanlarında getirdikleri ağaç dallarından yapılma sedyelere yatırıp, konakladıkları eve götürdüler. Tören bitmişti. Şimdi her ikisinin dinlenmesi gerekiyordu.


11.3.2016


EON SONSUZLUK PİRAMİDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin