Tapınakçılar hakkında verilen idam emrinin uygulanması için, şövalyelerin şeytana yardakçılık ettikleri konusunda emin olduğunu belirterek, engizisyona yakılmalarında sakınca olmadığını yazan V. Gratius ve onu bu şekilde karar vermesi için kışkırtan II. Philip cezalarını çekmişlerdi ona göre. Eğer yüzyıllar sonra bu konuda söylenmiş bir kehaneti dikkate alarak "ölümsüzlere" karşı savaş açmak istiyorlarsa bu da onların bileceği iş idi.
Jack dedesinin sağlığında ona ilk kılıç dersini verişini hatırladı. Kudüs'te yakıcı sıcak altında, orta yaşa gelmiş Başefendi, torununun eline bir kılıç verip meydana itmişti. Tüm şövalyeler ve hizmetkarların gözleri önünde, on ikinci yaş gününde, tozun toprağın içinde ona saatler gibi gelen dakikalar boyunca kendisinden yaş, tecrübe ve cüsse olarak kat kat büyük bir adamın, dedesinin savurduğu kılıcın rüzgarından kaçmak için çaba sarf etmişti. Sonunda büyükbabasının enli kılıcı, onun çocuk bedenine göre bir hayli ağır olan süvari kılıcına çarptığında, kılıç elinden fırlamış ve meydanın bir ucuna uçmuştu.
Karşısındaki dev savaşçı, gülümseyerek bakarken, kılıca hamle yaptığında o da hamle yapmış, meydanın Jack'e yakın tarafında da olsa ondan önce kılıca ulaşabileceğinin sinyalini vermişti. Jack o an meydandaki kalabalığın uğultulu tezahüratlarıyla çınlayan kulaklarında bir ses işitmişti. Çok farklı tınıda konuşan bir ses. Gözlerini yukarı kaldırdığında, meydanın tam karşısında kendisine bakan İsa heykeliyle göz göze gelmişti. Gücünü toplayıp bir an kılıca koşar gibi yapınca dedesi de o yana seyirtmiş ancak Jack, adamın hızlanmasına izin verip sonra bir anda yön değiştirerek geriye dönüp kendisinden sadece üç adım geride olan dedesinin zırhının göğüs kısmına esaslı bir tekme oturtmuştu. Francois Des Mollay ne olduğunu anlayamadan ayakları yerden kesilip sırt üstü yere düşerken, adamın belindeki hançeri kapan Jack, devasa savaşçı daha neredeyse yere düşmeden üstüne çıkıp hançeri gırtlağına dayamıştı.
Meydanı büyük bir sessizlik kaplamış, tüm şövalye ve hizmetliler hayretle açılmış gözlerle genç Mollay'ın dedesini alt edişini seyretmişlerdi. Jack korkunca ya da yenileceği ihtimali olduğunda diğer insanlar gibi tepki vermemişti. Saklanmak ya da kaçmak ona göre değildi. Onu korkutan bir durum olduğunda ya da kaçmasını gerektirecek kadar güçlü bir rakip karşısında o, en beklenmedik olanı yapardı. Düşmanın, zafere ulaştığını düşündüğü anda, yani onun en zayıf anında karşı saldırıya geçer ve ölümcül darbeyi indirirdi.
Nitekim dedesinden öğrendiği kılıç kullanma sanatına bir de bu kişilik özellikleri eklenince, Jack Kudüs'ün savunmasında önemli başarılara imza atmış genç bir komutan olarak ünlenmişti. Tarikat merkezini Kıbrıs'a taşıyan dedesi sayesinde Kıbrıs'da, korsanlara karşı bir hayli savaş tecrübesi edinmişti. Yıllar geçtikçe o da Başefendi gibi iyiliksever, zayıfın yanında yer alan ve asla Tanrı'nın yolundan sapmayacak bir şövalye olduğunda artık Başefendinin yerine geçecek kişi olduğunu da kanıtlamıştı. Dedesi ve diğer şövalyeler Fransa'ya çağırıldıklarında gitmemesi için ona neredeyse yalvardığı halde dedesinin gidişi aslında bir işaretti. Yerine geçecek olanı bulmanın ve ona güvenmenin verdiği iç rahatlığıyla ölüme gitmişti dedesi. Biliyordu ki kendisi öldüğü gün, Tapınağın kutsal görevlerinin devamını sağlayacak olan kişi torunu olacaktı.
Donanma hazırlanıp, yola çıkacakları gün yaklaştıkça dedesini daha düşünceli görmeye başladı. Gemilerin hareketinden birkaç gün önce dedesi, Jack'i yanına çağırttı. Kalenin kalbi sayılabilecek kabul salonunun kapısında bekleyen iki hizmetkar, kalın ahşap ve demir perçinli yüksek kapıları iki yana doğru açarak, Jack'i salona buyur ettiler. Ağır adımlarla salonda ilerleyerek, pencerenin önünde, aşağıdaki koşturmacayı seyreden dedesinin yanına geldi. Kıbrıs'ın en yüksek dağının tepesine kurulmuş olan kalenin büyük pencereleri adanın neredeyse tamamını ayaklar altına seren bir manzaraya sahipti. Aşağıdaki limanda gemilere yüklenecek olan son erzakları taşıyan öküzlerin çektiği arabalar limanda ilerliyor, hizmetçiler, ahşap rampalar üzerinde yuvarladıkları su ve yiyecek dolu varilleri, yedek yelkenler ve kürekleri, şövalyelerin ve gemi personelinin ihtiyaçlarını gemilerin ambarlarına taşıyorlardı. Gemilerin son kontrolleri yapılıyor, gemiciler kentin hanlarından, meyhanelerinden çıkarak teker teker limana yollanıyorlardı. Kalkıştan iki gün öncesinde tüm personel gemilerinde hazır halde Başefendiyi bekliyor olacaktı.
Francois Des Mollay torununa,
- Geri dönmeyeceğiz dedi.
- Sizi Fransa'ya gitmeniz için zorlayamazlar Başefendim, burada güvendesiniz, neden kendinizi ve şövalyeleri tehlikeye atıyorsunuz dedi Jack üzgün bir tavırla.
- Çünkü Tanrı bizim masum olduğumuzu biliyor ve bizim de gidip onlara bunu haykırmamız gerekiyor.
- O zaman izin verin ben de sizinle geleyim. Tüm savaşlarda olduğu gibi sizin yanınızda, emrinizde orada sizi savunanlarla birlikte olayım.
- Hayır evlat. Sen benim soyumdan gelen yegane Tapınak Şövalyesisin ve benden sonra da dünya var oldukça Tapınağın asil amaçlarına hizmet edeceksin.
- Efendimiz onurum ve tüm kanımla size ve Tapınağa hizmet etmekten başka amacım olmayacak ancak sizi öldürmek isteyenlere kendi ayaklarınızla gitmeniz bana ağır geliyor dedi Jack
- Babanı savaş meydanında kaybettim. Henüz gençti, senin yaşlarındaydı. Ve sen henüz annenin kucağındaydın. Sonra annen de çok erken bir yaşta bu dünyadaki görevini tamamladı ve büyük kurtarıcıya kavuştu. Baban iyi bir Hristiyan ve benim değerli oğlumdu. Ne yazık ki senin büyüdüğünü ve en az onun kadar iyi bir şövalye olduğunu göremedi. Şimdi senin zamanın geldi. Benim ise yaşlılığım. Ölümümü yatakta beklemek yerine ölümüme yelken açmayı yeğliyorum sadece. Onunla işim bittiğinde sana George'u göndereceğim. Bundan sonra senin öğretmenin ve senden yaşlı bir şövalye olarak akıl hocan o'dur. Kısa süre sonra sen de buradan ayrılmak zorunda kalacaksın. Hazırlıklarını yap ve George'dan haber bekle. Yargılanmanın nasıl sonuçlanacağını ikimiz de biliyoruz. Sonrasında bizden geri kalanları yakalamak için av başlatacaklardır ancak kaçabilen şövalyeler olacaktır. İhtiyacın olduğunda onları bul. Her şartta sana yardım edecekler. Yeminleri doğrultusunda ve Tanrı'nın izinde ilerlerken, Tapınağın gücünden mahrum olsalar da yürekleri çarptığı her an senin yanında olmaları onların kaderleridir. Ama unutma ki dün sana dost olanlar yarın en azılı düşmanların olacaktır. Kaçman gerekecek ve sen onurunu ayaklar altına alıp kaçacaksın. Çünkü bundan sonra sadece onuru ve Tanrı adına dinsizlerle savaşan bir şövalye değil, Tapınağın son Başefendisi olacaksın. Günü geldiğinde Tanrı adına gireceğin savaşlar için büyük fedakarlıklar göstereceksin ve Tapınak Şövalyelerinin ismini sen yaşatacaksın.
Sessizce dinlediği Dedesinin gözlerinde yanıp sönen alevleri fark edebiliyordu. Francois Des Mollay her ne kadar artık yaşlı bir savaşçı da olsa, o yirmi bir yaşından bu yana Tapınak Şövalyelerine hizmet etmiş ve son Başefendi olarak sayısız savaşlarda çarpışmış bir askerdi. Bir asker için en zor olan ise veda konuşmasıydı. Jack dedesinin bugün onu veda etmek için kabul salonuna çağırdığını anlamıştı. Bu konuda ne yazık ki elinden gelen bir şey yoktu. Papa'ya karşı savaşamazlardı. Başından beri Tanrı'nın askerleri olan Tapınak Şövalyeleri asla böyle bir günahı göze alamazlardı. Jack dedesinin huzurundan çekilirken içinde kopan fırtına yüz yıllar sonra aynı şekilde yüreğini dağlayacaktı ve henüz bunu bilmiyordu.
Şövalyeler ve Francois Des Mollay, gemilere binip denize açıldıkları gün Jack kalenin burçlarından onları seyrediyordu. Hayatının bundan sonra çok farklı olacağını biliyordu. Tanrı'nın izinden bir an olsun ayrılmayan dedesi ve onurlu şövalyeler, çoğunun vatanı olan Fransa'ya dönerken özgürlüklerinin son günlerini yaşıyor olacaklardı.
-----
Başını kaldırıp tavana baktı bir an. Ampullerin yaydığı sarı ışık, beton duvarlar ve binanın içindeki "yeni çağın" kokusuna yabancı hissetti kendini. Ayağa kalkıp kütüphane odasından çıkıp tuvalete gitti. Lavaboya ellerini dayayıp bir süre derin derin nefes aldı. Yıllardır dedesi ve kılıç arkadaşları olan Tapınak Şövalyeleriyle olan anıları bu kadar yoğun bir şekilde gözlerinin önünden geçmemişti. Musluğu açarak suyun akışını seyretti bir an. Sonra avuçlarına doldurduğu soğuk suyla yüzünü yıkadı. Biraz olsun rahatlamıştı. Yeniden kütüphane odasına geçti. Önündeki kitabı eline alıp okumaya başladı ama aklı başka yerdeydi. Gözleri satırlar üzerinde gezinirken, ruhu yüzyıllarca geriye, artık unuttuğunu zannettiği ancak hafızasının derinlerinde korunmuş anılara gitti.
20.2.2106
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EON SONSUZLUK PİRAMİDİ
FantasíaYıllar boyu, dünyanın değişik coğrafyalarında farklı büyüler, öğretiler, iblisler ve cadılarla karşılaştı. Kadim dünyanın gizemlerine hakim olurken, sadece insan, hayvan ve bitkilerin yaşadığı zannedilen dünyada, iblislerin, dokunulmazların ve Tanrı...