Sabah erkenden annesi, Yasemin'in odasına girdi. Acılarını kalbinin en derinine gömmüştü. Eşiyle aralarında olan sıkıntıları çocuklarına yansıtmamaya çalışıyordu.
Neşeyle kızına yaklaştı. Genç kızın saçları, yüzüne kapanmıştı ve karman çormandı. Annesi gülümsedi. Yasemin hâlâ onun minik kızıydı.
Elini uzatıp kızını yavaşça sarstı. Herhangi bir tepki alamadı. Birkaç kez daha sarstı. Tepki alamadıkça endişeleniyordu. Yoksa bir şey mi olmuştu? Böyle bir şeyin olabilme ihtimali onu korkutuyordu.
En sonunda olabildiğince sarstı. Kızın saçları arkasına döküldü. İşte o an annesinin kalbi, yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Kızın burnu kanıyordu. Hem de durmaksızın... Yastığı da kana bulanmıştı.
Tiz bir çığlık attı, kadın. Tüm vücudu zangır zangır titriyordu. Beyni fonksiyonunu yitirmiş gibiydi.
Kardeşi de Yasemin'in başındaydı. Kaskatı kesilmiş duruyordu. Biraz korku, biraz da merakla...
Annesinin çığlığından rahatsız olan Yasemin, sonunda gözlerini açtı. Ne olduğunu anlayabilmek için etrafına bakındı. "Anne?"
Kızının uyku sersemiyle çıkan sesi, kadını tekrardan dünyaya çekti. Yasemin ölmemişti. Hemen küçük çocuğa döndü. "Peçete getir!"
Genç kız biçimli kaşlarını çattı. Ardından yüzündeki sıvıyı hissetti. Elini yavaşça kaldırıp burnu ile dudağı arasındaki o bölgeye dokundu. Parmaklarına bulaşan kırmızı sıvıyı gördüğünde gözlerini devirdi. Dün gece kendini fazla yormuştu. Bir de yaz olması, burnunun hassaslaşmasına vesile olmuştu.
Avcuna konulan peçeteyi kavradı. Bir miktarını koparıp burnuna tampon yaptı. Başını hafifçe öne eğdi. Annesinin neden bu kadar endişelendiğini de anlamıştı. Ama ne yapabilirdi ki? Çok geç bir saatte uyumuştu. Bedeni sızlıyordu, yorgunluktan. Birden kalkamamıştı.
Tamponu birkaç kez değiştirdikten sonra nihayet kanama durmuştu. Yasemin, buna alışkındı. Bu yüzden pek korkmamıştı. Annesi ise üzerinde durmasa da ölmüş ölmüş dirilmişti, Yasemin uyanana dek.
Çarşafları çamaşır makinesine attı, Yasemin. Ardından üzerini değiştirdi. O sırada annesi de kahvaltıyı hazırlıyordu. Hâlâ eli ayağı titriyordu. Kızını bir an önce hastaneye götürmeliydi. Bu kanamalar normal değildi. Kadın, bunun farkındaydı. Ama eşine bir türlü laf dinletemiyordu. Adam başına buyruk biriydi. Bir de zorba. O ne isterse o olurdu. Sözlerine harfiyen uyulmasını isterdi. Bencil biriydi.
Yavaş adımlarla mutfağa girdi, genç kız. Annesi işine fazlasıyla odaklanmıştı. Daha doğrusu Yasemin, öyle sanıyordu. Zira kadın, işiyle değil düşünceleriyle uğraşıyordu. Kalbinde bir ağırlık vardı ve nefes almasını zorlaştırıyordu.
Genç kız, kollarını annesinin hafiften yağ bağlamış beline sardı. Kadın bu hareketi beklemediğinden dolayı yerinde sıçradı. Arkasını dönüp kıs kıs gülen kızına sinirle baktı. Yasemin'in keyfi yerine gelmişti.
Genç kızın aksine annesi deliriyordu. "Bence bugünlük korkutma sınırını aştın. Şansını daha fazla zorlama."
Dudağını yamulttu, genç kız. Böyle bir tepki vermesini beklemiyordu. Yine de bozuntuya vermedi. Normal zamanda bağırır giderdi. Ama bugün annesinin nasıl korktuğunu tahmin edebiliyordu. Bu yüzden üzerine gitmeyi doğru bulmadı. "Allah Allah, şaka da yapamayacak mıyız?"
İşine geri döndü, kadın. "Bugün değil."
Başını annesine doğru uzatıp yavru bir köpek gibi baktı. Yüzünü eğdi. Tuhaf tuhaf şekillere girdi. Bu kadar uğraşmasının sebebi, annesinin az önce yaşadığı korkunun etkisinden çıkabilmesiydi. Nitekim öyle de oldu. Kahkaha attı, kadın. Kızının onun için bu kadar uğraşması hoşuna gitmişti.
Yasemin daha da şımararak karnını ovuşturup "Çok acıktım, kadın. Yemek yap bana!" dedi.
"Hizmetçin vardı..."
"Ya ama anne ya!"
Gülüp itti kızını. Aslında içinden geçen, kızını tutup göğsüne basmaktı. Ama kızının buna izin vermeyeceğini biliyordu. Yasemin duygusal anları sevmezdi. Sevgisini pek gösteremezdi. Kalbinde yaşardı, tüm duygularını. Sevincini, sevgisini, üzüntüsünü... Sadece sinirini dışına vururdu. Sert biriymiş gibi davranırdı. Başkalarının onu güçlü görmesini isterdi. Yine de bilirdi, annesi. Onun içinde yatan o pamuk kalbi.
Yasemin, görevini tamamladığını düşünerek odaya gitti. Televizyonu açıp kanallarda gezinmeye başladı. Hepsi saçma sapan programlardı. Onun düşüncesine göre insanları sanal bir hayata bağlamak için icat edilmişti şu televizyon denen illet. Kendilerine tehdit olarak gördükleri milletlerin beynini uyuşturmak ve onları meşgul edebilmek için bir oyundu. Neredeyse herkes de bu oyuna kanar, televizyonun büyüsüne kapılırdı. Halbuki ortada muhteşem bir varlık yoktu. Hatta tam tersine sıkıcı bir aletti. İnsanlar bunda ne buluyorlardı?
Bir dizinin tekrarı yayınlanıyordu. Sadece dalga geçmek için açtı o kanalı, Yasemin. Boş gözlerle baktı. Böyle şeyleri izleyenler var mıydı gerçekten?
En sonunda dayanamayacağını hissedip tekrardan kapattı televizyonu.
Siyah saçlarına hafiften kan bulaşmış, olduğu yerde kurumuştu. Neyse ki koyu renk olduğundan dolayı pek belli olmuyordu.
Bir şeyi unutmuştu. Rahatsız olduğu bir durum vardı. Neydi o? Kulağını dış dünyaya kapatıp hatırlamaya çalıştı. Tabii ya! Yüzünü yıkamayı unutmuştu. Her ne kadar kan kalmasa da rahatsız olurdu.
Hızla ayağa kalkıp banyoya gitti. Musluğu açtı. Avuçlarına su doldurup yüzüne çarptı. Havluyla da yüzünü iyice kuruladıktan sonra kendini daha rahat hissediyordu.
Saçlarını, kulağının arkasına sıkıştırdı. Pembe, ufak dudakları biraz daha çıktı meydana. Burnunda ufak bir kemer vardı. Dikkatle bakılmadıkça belli olmuyordu. Tabii Yasemin, yüzünü ezbere bildiğinden bu kusur gözünde büyüyor da büyüyordu.
Kahverengi gözleri vardı. Ve gözlerini çevrelemiş uzun kirpikleri... Saçları uzundu. Ama eskisi kadar değil. Eskiden belini geçerdi saçları. Bir de gözlerine kadar inen perçemleri vardı. Sonra birkaç kez kestirmişti. Ne kahkül kalmıştı ortada, ne de uzun bir saç...
Kısa ayak parmaklarına basarak çıktı, banyodan. Annesi yemeği hazırlamıştı bile. Masanın başına oturmuş, herkesin gelmesini bekliyordu.
Yasemin hemen gidip kardeşini çağırdı. Küçük çocuk, ablasını umursamadan oyun oynamaya devam ediyordu. Genç kız, çocuğun bu haline sinir olurdu. O, herkese sözünü dinletmek isterdi. Ama söz konusu olan kişi kardeşi olunca bu, biraz daha zorlaşıyordu.
"Duymuyor musun?" çocuğun herhangi bir tepki vermemesi iyice delirtti Yasemin'i. Elini, kardeşinin gözünün önünde salladı. "Hey! Sağır mı oldun?"
Kendi kendine konuşuyor gibiydi. En sonunda dayanamayıp tırnaklarını, çocuğun koluna batıra batıra sarstı. Saniyesinde ablasına döndü bakışları. O gözlerde nefret vardı. Belki de sinir... Yine oyununa müdahale edilmişti.
"Defol git!" diye bağırıp vurdu, ablasına. Genç kız, gözlerini büyütüp kardeşine baktı. Böyle bir tepki beklemiyordu ve korkmuştu. Çocuğun kafayı sıyırdığını düşünüyordu.
"Bak sonra yiyecek yemek bulamazsın."
Tehdidi havada asılı kaldı. Çocuk, küçük omuzlarını silkti. Yasemin, sinirle homurdana homurdana mutfağa gitti.
"Gelmiyor mu?" Başını iki yana salladı, genç kız. "Ne olacak bu çocuğun hali?"
Yasemin, silkelenip kendine geldi. Manyaktı işte! Deliydi! Başka kim böyle davranabilirdi ki? Genç kız bu sorunun cevabını çok iyi biliyordu. Kendisi... O da bazen böyle davranıyordu. Belki de çoğu zaman.
Önündeki yemeklerden azar azar alarak karnını doyurdu. Yiyordu ama aklı kardeşindeydi. Yoksa o da mı Yasemin gibi olacaktı? O da mı boşlukta asılı kalacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOŞLUK
ChickLitİyi ya da kötü olabilirsiniz. Peki ya ikisinin de ortasındaysanız? İşte, o zaman BOŞLUK'tasınızdır. İki arada bir derede kalmış kızın hikayesi.