"Şuna baksana! Hala utanmadan ortalıkta gezebiliyor."
"Şşşh! Sessiz olsana duyacak."
Jimin fısıldaşarak konuşan ikiliye baktı. Ne diyorlardı bunlar? Yanılıyor muydu yoksa kızlar ona mı bakıyordu?
"Gördün mü? Bence duydu bile."
Son olanlardan sonra fazla hassaslaşmıştı galiba. Kızları umursamadan okula girdi. Jungkook'u düşünüyordu. Acaba gerçekten kırılmış mıydı? Belki küçük bir ihtimal duyguları gerçekti. Ve Jimin onları kullanmıştı. Bugün onun yanına gidip güzelce özür dileyecekti. Yaptıklarını affettirir miydi bilemedi.
Onun tek istediği fark edilmekti. İlgi meraklısı değildi. Kesinlikle derdi ilgileri üzerine çekmek değildi. O sadece kötü gözüktüğünde birilerinin "Kötü gözüküyorsun, ne oldu? Hastaneye gidelim mi?" demesini istemişti. Gülümsediği zaman "Ne oldu da gülüyorsun? Bana da anlatsana" deyip gülümsemesini istemişti. Yorgunken, mutsuzken, hastayken, uykusuzken tek bir kişi dahi nedenini sormamıştı. Derdini merak eden olmamıştı. Jimin hep sorularıyla baş başa kalmıştı. Taehyung'a bu kadar bağlı olmasının nedeni de buydu. Her şey başlamamışken, ilkokulda, onunla tanışmıştı. Tek varlığıydı. Ama lisede Taehyung kolayca arkadaş bulmuştu kendine. Bazen yalnız kalıyordu Jimin. Kötü hissediyordu. Orta sırada oturup diğerlerini izliyordu. Ağladığı da oluyordu, haline güldüğe de. Görünmez miydi? Kimse umursamıyordu. Lavoboda kan kusarken kimse umursamamıştı, mutlu olduğu zaman kimse umursamamıştı, tüm vücudu morarmışken kimse umursamamıştı, mutsuzken umursamamışlardı,sınıfta soruyu çözmek için parmak kaldırdığı zaman öğretmen bile umursamamıştı.
Jimin sorunun görünüşünde olabileceğini düşünerek iki ayda 75 kilodan 60 kiloya düşmüştü. Saçlarını farklı bir renge boyatmıştı. Haklıydı da, birileri onu görmüştü. Birkaç arkadaşı olmuştu. Daha sonra burslu olduğunu öğrendiklerinde arkadaşlıklarını kesenler olmuştu, bazıları hala gördüğünde selam veriyordu. Jimin bu insanlardan biri olmak istiyordu. Onlar nasıl yapıyorsa öyle yapmak. Ama imkansızdı işte. Kimsenin umrunda değilken fazla imkansızdı.
Jungkook'u gördüğünde duraksadı. Çocuğa yetişmek için adımlarını hızlandırdı.
"Şuna bak! Jungkook'un yanına gidiyor sanırım. Cidden komik. Bu çocuğun utançtan yerin dibine falan girmesi gerekmez miydi?"
Ona bakan insanların dediklerini duyuyordu. Bir şey olduğu kesindi. İlk defa Jimin umursamadı. Tek derdi Jungkook'a ulaşmaktı.
Jungkook topuğunun üzerinde arkasına döndü. Sesleri duymuştu. Yapcağı şey Jimin'in yaptığının yanında hiç kalıyordu. Bu yüzden vicdanının sesini kesti ve siniriyle haraket etti. Kalabalığa hitaben sesini yükseltti, ki zaten tüm gözler onların üzerindeydi.
"Evet bu o. Hani size bahsettiğim Park Jimin. Bu adı unutmayın."
Jimin mimiklerini kontrol altında tutmaya çalıştı. Ne sikim dönüyordu burada?
Jungkook'un arkasındaki gövde usulca yaklaştı onlara. Hoseok'tu bu. Okulun en popüler çocuğu ne diye Jimin'e bakıp sırıtıyordu? Komik olan bir şey olmalıydı ki herkes gülmeye başlamıştı.
"Hadi ama Jungkook-ah, o kadar mı kötüydü?"
Kalabalığın arasında kalın bir erkek sesi konuştu. Kötü olmak? Jimin o kelimenin düşündüğü anlamda olmaması için dua etmeye başladı.
"Sana seks yapmak için yalvardı demek vay be şu tipine bakmadan neler diyor,utanmaz."
Ne? Jimin gözlerinin karardığını hissetti. Göz kapakları usulca kapandı. Dudaklarını ısırdı. Ellerini sırt çantasının kollarına koydu. Jungkook ne yapıyordu? Onun yaptığı kesinlikle kendisininkinden daha kötüydü.
"Jungkook'u gay olmaktan kurtarmak için bütün kızlar ona yatmayı teklif etmişti, o zaman bile eşcinsellikten vazgeçmemişti! Şimdi bu çocukla bir kere yatarak tüm erkeklerden soğuduğunu söylüyor inanılmaz bir etkin varmış Jimin."
Jungkook eşcinselliğin doğuştan gelip sonradan kazanılabilen yada vazgeçilebilen bir şey olmadığını söylemek istiyordu ancak planı için sustu. Jimin şimdi tam karşısında kafası yere eğik şekilde titrerken bir an için vicdanı devreye girdi. Onu kollarının arasına alıp herkese karşı savunası geldi.
'Sana kapıldığımı hissediyorum Kook.'
'Bence denemeliyiz.'
'Jungkook! Sevgilim tişörtüme alkol döküldü, yeni bir tane verebilir misin?'Çocuğun dedikleri aklına geldiğinde vicdanı nihayet susmuştu. Park Jimin, kesinlikle iyi bir oyuncuydu.
"Bu çocuk bu okulda yeni falan mı? Üstelik şunun saçlarına bak. İlgi meraklısı orospu. Kilosuna girmeyeceğim bile. Haklısın Jungkook-ah, o gerçekten erkek soyunundan tiksinmemi sağlaycak kadar çirkin. Bir de sana yatmak için yalvardı ha? Onun yerine utanacağım şimdi"
Gerek yoktu. Jimin hayatında hiç bu kadar aşağılanmış hissetmemişti. Yanakları kırmızının en koyu tonundaydı. Göz yaşlarına izin vermediği için görüşü bulanıktı. Sadece sesler duyuyordu. Onun hakkında ileri geri konuşan sesler.
"Millet lütfen ismini unutmayın. Kendisinin en çok istediği şey bu, bunun uğruna yapamayacağı şey yok. Yanılıyor muyum, Park Jimin?"
Jimin en çok o an ölmek istedi. Jungkook kendisine iğrenerek bakıp alay ediyormuşçasına bakarken ölmek istedi. Her bir parçası yanıyordu. Ölüm bundan daha acı verici olamazdı.
Kafasını kaldırdı. Gözlerini, yaşları durdurmak istercesine yumdu birkaç saniye. Sıktığı yumruklarını bıraktı. Dişlerinin eziyet ettiği dudağını serbest bıraktı. Gözlerini karşısındaki bedenin gözlerine dikti.
"Adımı yaşattığın için teşekkürler Jungkook. Hiç hatırlanmamaktansa kötü hatırlanmayı tercih ederim."
Jimin çok güçlüydü. Onunla dalga geçenlere bakıp gülümsedi. Ardından arkasını döndü. Tüm herkesin gözü onun üzerindeydi. Okulun köşesini döndüğünde kimsenin onu göremeyeceğine kanaat getirdi. Koştu. Bacaklarını hissedemeyene kadar, nefesi kesilene kadar koştu.
Milyarlarca insanın yaşadığı dünyada yapayanlız kalmayı hak etmiş miydi gerçekten?