BÖLÜM-20

268 19 20
                                    

(multimedia da Mete'nin odası var. Siz odayı daha büyük düşünün ama kalıp olarak kafamdaki böyle bir şey.)

Kafamdaki peçeteyi başıma bastırarak kapıdan içeri adımımı attım. Mete'nin evi ev değil böyle kocaman bir şey. Acaba içinde kaybolmuyor mu? Ben olsam kesin kaybolurdum. Kapıdan girince kocaman bir boşluk var. Kenarda tablolar ve süsler falan sonra ilerledikçe salon gibi bir yere çıkıyorsunuz. Başka yer bilmiyorum zaten. Henüz bu kadar geldim. Ben geçtikçe haber veririm size.

Salon renkli ve modern döşenmişti. Mor, beyaz, pembe sarı, mavi kısacası her renkten bir şey görebiliyordunuz. Koltukların zemini beyaz ancak yuvarlak yastıkları rengarenk dilimlerle dolanmış. Altın renkli çerçeveye sahip bir sürü tablo, yine aynı şekilde bir sürü altın renginde süsleme vardı. Cam kısmı yerden tavana kadar hatta duvar boyunca camdandı. Dışarıdan kocaman bahçeyi görebiliyordunuz. Evin dekoru yalnız, karanlık işlerle uğraşan bir adama göre fazla renkli ve zevkliydi. Nasıl anlatsam bilmiyorum ama içimden bir ses bir kadının buraya dokunduğunu söylüyor. Annesinin döşediğini düşünebilirdim belki ancak annesi öleli nereden baksak 15 yıl geçmişti. 15 yıl önce eğer kadın geleceğin modasını görmediyse bu tür modeller yoktu.

"hiç kayboldun mu?" diye sordum Mete'ye.

"ne?" dedi. Anlamamıştı tabi ki. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"evde kayboldun mu hiç diyorum. Yani ben olsam kesin kaybolurdum da." Güldü.

"tabi ki de hayır."

"evin dekorasyonunu kime yaptırdıysanız kadın harika bir iş çıkarmış." Mete kaşlarını çattı tekrardan.

"kadın olduğunu nereden biliyorsun?" sorusuna sırıttım.

"bir kadının işini ancak bir kadın anlar." Diye felsefik bir cümle kurdum. Mete suratını buruşturdu.

"babamın sevgilisi." Deyince kaşlarımı çattım. "Sevgilisi" derken vurgu yaptı. Sanırım anlaşamıyordu.

"sen pek sevmiyorsun galiba."

"hoş geldiniz Mete Bey." Bana cevap veremeden gelen erkek sesine döndük.

"asıl sen hoş geldin Erkan." 40'larında yakışıklı bir adam bize doğru yakınlaştı. Mete'ye elini uzattı. El sıkıştılar ve bana elini uzattı. Ben tabi ki de elimi uzatamadım. Elim başımdaki peçetedeydi ve aynı zamanda kan olmuştu. Adam sebebini çözünce

"aoh. Ben Erkan. Doktorum ve sende galiba buraya geliş sebebim oluyorsun." Mete'ye baktım. Arabada konuştuğu kişi buydu demek ki. Tekrar adama baktım.

"evet o benim galiba ve ben Toprak bu arada." Mete boğazını temizledi.

"başına bak istersen. Dikiş atman gerekebilir." Deyince adam elini sırtıma koydu ve beni koltuklara doğru yönlendirdi.

"otur istersen." Adamın eline kaşlarımı çatsam da bir şey demedim ve koltuğa oturdum. Ortadaki sehpayı bana doğru çekti. Ona oturdu.

"çek bakalım elini." deyince uzun zamandır tuttuğum elimi serbest bıraktım. Elimi tepede tutmaktan kolum ağrımıştı. Elimi kucağımda birleştirdim. Kafamdaki peçeteyi çekerken kafamda kuruyan kandan dolayı peçetenin alnıma yapıştığını fark ettim. Hava alan yara yanmaya başladı.

"sanırım Mete haklı. Dikiş atmamız gerebilir ama merak etme çok değil." buna sevinmeli miydim?

"tabi bir de travmatik boyutu var. Şu klasik şeyi söyleyeceğim sana. 24 saat uyuma." Gözlerim kocaman büyüdü. Dikiş atacağını söylediğinde vermediğim tepkiyi uyumayacaksın dediğinde vermemde biraz şov bence.

KÜÇÜK AJAN BÜYÜK OLAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin