"Anne!" dedim zarf hala elimdeyken.
"Gülce!" diye karşılık verdi annem.
"Anne!" dedim. Olabildiğince uzatabilirdim bu oyunu. Zaman kazanmaya çalışıyoruz şurada.
"Kızım, ne o elindeki?" diyen anneme 'ben senin annen değilim, ben senin kızınım' demiş gibi baktım. Ortamı nasıl karıştırabileceğim hakkında fikri olan varsa bir adım öne çıksın lütfen.
Boşta olan elimi havaya kaldırdım. "Hangi elimdeki?" Salağa yatma planını uygulayacaktım. Hepiniz bir adım geri gittiniz ama yine de teşekkürler. Ben hallettim.
"Taşeli'ndeki." diye espri yaptı annem. Bilmeyenleri bilgilendirmek isterim ki 'Taşeli' bir plato adıdır. Normal şartlarda bu espriye güler miydim bilmiyorum. Ama şu an güldüğüm kesindi. Attığım güçlü kahkahadan dolayı evdeki herkes mutfağa gelmişti. Şu an annem, ben, babam, Rüya, Melih mal mal dikiliyorduk.
Gülüşümde davet vardı resmen!
Tabi bu kadar kişinin bana karşı dikilmesi de iyi bir şey değildi.
"Ayy! İlahi anne ya!" diyerek gülüşümü kestim. Annem tek adımda yanıma ulaştı ve elimdeki zarfı kaptı. Aklıma gelen bir kaçış yöntemi vardı. "Sana değil." dediğimde annemin takmadığını gördüm.
Gönderen kişinin adresini okuduğunda gözleri büyüdü ve bir an için babama döndü. Belli ki önemli bir şeydi. Ve ben tamamını okuyamamıştım. Ama adım geçtiğine göre beni ilgilendiren bir şeydi. Bence okumaya hakkım vardı. Ayrıca 'çocukların ikisi de' yazıyordu mektupta ya da yazıda. Her neyse. Çocukların biri bensem diğeri kimdi? Karar verdikleri şey neydi? Nereye gitmemiz gerekecekti? Kafamda çok eksik sorular bırakmıştı annem. Gelmeseydi ne güzel okuyacaktım ben onu yaa!
"Okudun mu?" dedi annem telaşla. Ne oluyordu yahu?
"Hayır." dedim şirin olmasını umduğum bir sırıtışla.
"O zaman neden açtın?" diyerek yanımıza gelen babamın ardından kapıya baktığımda Rüya'yla Melih'in gitmiş olduğunu gördüm.
Umursamaz tavrımı takınarak "Bir arkadaşa bakıp da çıkacaktım." diyerek saçmaladım. Evham yaptığımda çok güzel saçmalardım. Mutlu olduğumda da saçmalardım. Hatta yorgun olduğumda, şaşkın olduğumda, korktuğumda ve...ve mutsuz olduğumda da saçmalardım. Şimdi düşündüm de ben hep saçmalıyormuşum yahu!
"Gülce eminsin, okumadın, değil mi?" diyen babamı bir korku almış gidiyor. Kağıtta da ne yazıyorsa artık. Memleket meselesi sanki mübarek!
İşaret parmağımla baş parmağım arasında küçük bir mesafe bırakarak elimi gösterdim. "Azıcık."
Babam "Ne kadar azıcık?!" diye bağırdığında yine azıcık (!) korkmuştum. Ne bağırıyon ya?
"Vallahi sadece 'Cemal' yazısını okudum. Hani şu hitap yeri var ya. Hah! İşte sadece onu okudum." Cehennemde cayır cayır yanacaktım.
Babam zarfı iyice kavrayıp mutfaktan çıktı. Hemen anneme döndüm. "Kimdenmiş anne?" dediğimde suratındaki buruk ifadesini sezmemek neredeyse imkansızdı. Bu sefer sorumu "İyi misin?" olarak değiştirdim.
Annem yanımdan gitmeden önce bana sarılmış ve "Canım kızım" gibi birkaç söz söylemişti. Ölüme mi gidiyorduk aga? Bu ne hali böyle?
Salona geçtiğimde ne Melih'i ne de Rüya'yı görebilmiştim. Sonra evi tek tek dolaşarak onları aradım ama yoklardı. Odama çıkıp inzivaya çekildim. Yatağıma bacaklarımı karnıma çekerek oturdum ve telefonumu elime aldım. Rüya'dan ve tanımadığım bir numaradan mesaj gelmişti. Tanımadığım numaradan gelen mesajı Rüya'nın mesajından daha çok merak etsem de merakımı sekize katlamayı düşündüm. Zaten şu başa ne geliyorsa ya meraktan ya da... Neyse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzü Pembeleşinceye Kadar
HumorHikaye, ana karakterimiz Gülce'nin etrafında dönüyor. Gülce eğlenceli ve genellikle mutlu biri. Bazen sıkılabiliyor. Ama sıkıldığı zaman "Bu da hayatın tuzu, biberi," deyip tekrar mutlu hayatına geri dönüyor. Kızımızın hayatı tabi ki her daim neşeli...