Kimse bilmiyordu ki tırmandığım yokuştan kaç kez yuvarlandım. Soluk soluğa... Kendimden vazgeçtim ben. Öylesine severken ben,ben olamazdım zaten. O bana karışmıştı,ben kendimi onda kaybettim. Gecenin, güneşte kendisini kaybetmesi gibiydi... Onu gördükten sonra kaybettim kendimi. Ömrümün son baharında içimi ısıtan güneşimdi benim. Bal renklim. Mavişim. Gözlerinde boğulacağımı bilemedim.
Sabah uyandığımda başım çatlıyordu. Gece anlaşılan kendimi öylece yatağa atmıştım. Sahnede kullandığım pantolonum ve gömleğim halâ üzerimde duruyordu. Gerçi yılların aşkı üstümde kaldı benim;sahne tozundan ölmem ya.
Kahvaltı. Karnımdan gelen seslere göre epey acıkmıştım. Yataktan önce sağ sonra sol ayağımı indirip son olarakta gövdemi kaldırarak kalkmış oldum. Büyük ihtimalle eve geldiğim de düşündüğüm tek şey uykuydu. "Her zamanki gibi." Yürürken güneşin çıkmaya başladığını hatırlıyorum. Salona gidip telefonuma baktım;görünürlerde yoktu. Kanepedeki yastıkları kaldırıp tek tek altlarına baktım. Yine yoktu. Aklım bile bana oyun oynuyordu. Pantolonum ile uyuya kaldığıma göre uyurken telefon cebimde kalmış olmalıydı. Öyleyse neden cebimde yok ? Yatak odasına gidip yatağın içine baktım. Bingo! Saat 14:30 u gösteriyordu ve ben halen sallanıyor gibiydim. Oturma odasına gidip kahvaltı masasına şöyle bir baktım. Ne kadar da boş. Telefonu elime alıp aklımr gelen ilk numarayı tuşladım.
- Ooo Deniz,günaydın kardeşim.
Tabii ki adam telefonu böyle açacaktı. Günlerdir arayıp sormamıştım çocuğun halini.
- Günaydın kardeşim.
Ne diyebilirdim ki başka ? Hattın ucunda haklı bir sitem söz konusuydu nasıl olsa.
- Oğlum bir an telefonun ucundan "Ben Deniz'in komşusuyum gel de bir toprakta sen at üstüne." diye bir ses gelecek sandım.
İşte... Buray ve yerli sitemlerine hoşgeldiniz.
- Buray,vur dedik;öldürdün be kardeşim. Nasılsın ?
Konuyu çarpıtmazsam akşama kadar kurtulamazdım. Eylül'ün yokluğu çenesine vurmuştu.
- Kardeşim arıyoruz dönmüyorsun. Bu neyin kafası kaç haftadır ?
Konuyu çarpıtmakta olmadı anlaşılan. Şuan Buray'ın ruh hali 'direk konuya gir' türündendi.
- Yav Buray,biraderim sen kahvaltı yaptın mı ? Yapmadın mı ? Eylül yurtdışından döndü mü ? Dönmedi mi ?
Buray'la konuşacağım diye ayakta kalmıştım. Telefon kapanacak gibi değildi. Kendimi televizyon ünitesinin karşısına yerleştirdiğim koltuğa bırakıverdim.
- Yok kardeşim,Eylül haftasonu dönecek. Ben de yeni uyandım.
Buray sonunda aradığım cevabı yapıştırdı. Sabah sabah bütün kulak egzersizlerimi yapmış oldum sayesinde.
- O zaman şimdi kalk güzel kardeşim. Atla arabana,bana gel. Gelirken de kahvaltılık bir şeyler alıver. Kahvaltı yapalım. Geldiğinde görüşürüz biraderim.
Telefonu tutmaktan sağ kolum ağrımıştı. Uzatmadan telefonu kapattım. Çayı hazırlamak üzere mutfağa yöneldim. Yok yok; bu eve bir yardımcı şart oldu artık. Bu yemek masasının üstünü kim doldurdu bu kadar ıvır zıvırla anlamadım ki... Masanın üstünde ki kağıtları topladım. Yarısı sahne repertuarımın yazılı olduğu gereksiz kağıt parçalarından oluşmaktaydı. Yarısı da arada tutan yazarlığımın dışa vurumlarıydı. Hepsini götürüp yatağımın üstüne koydum. Büyük ihtimalle işten geldiğimde de başka bir yerlere atacaktım. Oturma odasına dönüp tekrar kahvaltı masasına baktım.
Esila'dan sonra kahvaltıların tadını unutmuştum. Tek başıma kahvaltı yaptıkça daha çok aklıma geliyordu. Kahvaltının değil ; o günlerin tadı. Sabahları beraber kalkardık. Evde bir şey olmasa dahi bulurdu o yapacak bir şeyler. Kadınım derdim ona. "Kadınım". Kahvaltı masası boş olsa dahi olurdu. O,masada benim yanımda otururken,karnım açlığını unuturdu zaten. Güzel elleriyle ısıttığı ekmekten küçük bir parça koparırdı. Benim en sevdiğim vişne reçeli ve çikolatayı alır azar azar sürerdi ekmeğin üzerine. Tabii ki istikamet benim ağzım olurdu. Tıka basa doymuş olsam dahi, Esila verdikçe yemeye devam edebilirdim. O elleri geri çeviremezdim hiçbir zaman. Elinden midir,reçelden midir bilmem. Verdiği her ekmek parçası yediğim en güzel nimetti. Gerçi bazen kızdırıyordum onu seviyordum da bunu yapmayı.
"Aşkım çikolatayı uzatır mısın ?" derdi bana. Bende asker arkadaşıma verircesine alır önüne koyardım çikolatayı. Bana şaşkın şaşkın bakarken,gülmek ve kızmak arasında kararsız kalırdı. Sonra dayanamazdı. " Ya aşkım sen odun musun ? İnsan alır azcık ekmeğin üstüne sürer. Sevgilim yesin diye düşünür. Odun ! " derdi. Ben de en keyifli kahkahamı patlatırdım. Esila bana bakar bakar nasıl bir tepki vereceğine karar vermeye çalışırdı. Çünkü kızamazdı,kıyamazdı Denizine. Ben de kıyamazdım gerçi. " Çok ayıp aşkım. Sence ben o kadar düşüncesiz bir adam mıyım ?" diye sorar büyükçe bir ekmek parçası alırdım elime. Üstünü çikolata ile kaplar yanına giderdim. Gözlerini kocaman açar ; "Aşkım bu çok büyük ama. Yiyemem ki." derdi. Gülmemek için kendimi kasar; "Zaten az yiyorsun Esila. Azcık ye. Belki şikayet ettiğin minnaklıktan kurtulursun." derdim. Ekmeğin hepsini kendi ellerimle yedirirdim. Kahvaltının tadı da tuzu da Esila'ydı. Aslında Esila'nın yeri hep benim yanımdı. Sanırım yıllar önce yolunu kaybetti. Yıllar... Yıllar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFESSIZIM
RomanceNefesinle Örtülü Tenim Açıldı. Gel Ört Beni. Gel Ört Üzerimi. Yorumu sizlere bırakıyorum. ☺