Saki Dayı gözümün içine bakıyordu. Yine gelirim yanına diyeli üç ay olmuştu. Çoğu zaman ya onun başı çok dolu oluyordu ya da ben çok yorgun oluyordum. O kadar saat şarkı söyleyince çoğu zaman ertesi gün çenemi dahi oynatmak istemiyordum. Hayatımdaki güzel insanlar dan biriydi Saki Dayı. Belli her halinden. Var bir yaşanmışlığı ama sır kutusu gibi hep dinler. Hiç bir gün de halim bu demez. Bendrn hafifce kısa boylu,yaşca uzun biriydi ve beyaza çalan kirli sakalları vardı. Bana kalırsa bir motor ve alet edavatı çok yakışırdı ama oda eski insanlardandım ikna etmek kolay olmuyordu.
- Saki Dayı !
Beni görünce Saki Dayının yüzinde güller açmıştı. Hemen kocaman bir tebessüm vurdu yüzüne.
- Oo... Yüzünü gören cennetlik evlat.
Saki Dayı ne zaman olsa burda olurdu. Gece kaçta çıkarsam çıkayım,sabah kaçta gelirsem geleyim mekandaki yerini hiç boş görmezdim. Burda mı yatıp kalkıyor acaba diye düşünmeden de edememiştim ilk zamanlar.
- Dayı inan yorgunluktan gelemedim. Çıkmadan bakıyorum da senin de başın dolu oluyordu hep. Bir de o yoğunluğun üstüne bende gelip kafanı doldurmak istemedim.
Hemen Saki Dayı'nın sağ kaşı havaya kalktı. Bir elini barın tezgahına koyarak yaslandı.
-Ula uşak ! Benim kafamı doldurmak istemezsin ama sayfa sayfa mürekkebi gözlerimize doldurursun. Yazık değil mi bu yaşlı adamın gözlerine. Dolduracaksan kafamı doldir.
Saki Dayı kızmayı da beceremezdi doğru düzgün. O konuşurken siz sadece gülebilirdiniz.
- Yarım kalan bir hikayemiz vardı yeğen. Bak fıçılar dolu benim kulaklar boş. Sen gel kulaklarımı doldur,bende fıçıları boşaltayım.
Açacak çok sandık vardı bende. Ama yetecek kadar fıçı var mıydı bilmiyordum.
- Nerde kalmıştık Dayım en son ?
Hikayenin başı vardıda sonu gelmiyordu. Geçmiş geçti gözlerimden. Anlarım... Anılarım hepsi defoluydu sanki. Aslında kabullenemediğim belki de hikayenin sonsuzluğu değil onsuzluğuydu.
- Kitap fuarında karşılaşmıştı iki fuad.
Evet vuslatla tanışamadan firâka uğramıştı fuad.
- Hay yaşa Saki Dayı ! Ertesi gün telefon açıp evime davet ettim. Ellerimle mantar soslu makarna hazırladım. Çok severdi. Kırmızı şarabımız da dahil her şeyimiz hazırdı. Akşam eliyle koymuş gibi buldu evi. Kapıyı açmaya giderken ayaklarımı hissetmiyordum. Kapının koluna uzanarak derin bir nefes aldım. Yavaş yavaş araladım kapıyı. Tam karşımdaydı. Maviş maviş gülüyordu Beyazım. Bal rengi teni ışıl ışıl parlıyordu ışığın altında. Bir an elim ayağım birbirine dolandı. Göğüs kafesimin saniyede kaç kez inip kalktığını sayamıyordum. Nefes nefese dökülüverdi kelimeler ağzımdan; "Hoş geldin Esila." İçeri girip sıkıca sarıldı. Hoş bulduğunun gösterisiydi bu. O kadar mutluydum ki yıllar sonra mutluluğun tekrar kollarımda olması beni yeniden doğmuş gibi yapmıştı. Kokusu hiç değişmemişti... O kadar özlemiştim ki;içime çektiğim kokusunu ölüm pahasına dışarı vermek istemiyordum. Esila nefesimi tuttuğumu farketmişti. Biraz geri çekilerek "Nefesini vermeyi unuttun." dedi. Hiç değişmemişti... Halâ nefesime bile dikkat ediyordu... Yemeğimizi zevkle yedik. Yemek yerken eski konulara giriş yapmak istemedik. Gece geç olduğunda eve gitmek istedi. Tam kapının koluna elini atmıştı ki dayanamadım. "Gitme." dedim. Bir an döndü,gözleri dolmuştu. "Sen öyle dersen,ben gidememki Adamım." dedi. Ellerinden sıkıca tutup kendime çektim,içime katarcasına sarıldım. İçime katmak istiyordum. Bana karışsın istiyordum. "Gitme o zaman Kadınım." dedim fısıltıyla saçlarının arasına... Gidemedi. İkimizda duvara yaslanarak olduğumuz yere oturduk. Elini tuttum. Gözlerim doluyordu. Bir daha gidişini ne görmek ne de duymak istemiyordum. "Ben senden hiç gitmedim ki Adamım. Gitmeyeceğim de. Gidemem de. Seni bırakmaya bile kıyamam ki. Ah... Seni çok seviyorum." dedi. Sözleri tek tek işledi kalbime. Yaşlarım süzüldü gözlerimden... Başımı alıp koynuna yasladı. Kalbinin ritmini sevdiğim... Yavaş yavaş parmaklarını saçlarımın arasına geçiriyordu. "Kadınım, sana dokunmaya kıyamıyorum. Hiç bir zaman da kıyamayacağım. O yüzden sana benden başkasının dokunabileceğini düşünemiyorum. Onlar benim gibi dokunmazlar sana sevdiğim. Canını yakarlar,katlanamam buna." dedim. Saçlarımı okşamaya devam etti. " Ben gitmeyeceğim,hiç gitmediğim gibi. Senden başka kimse değmedi elime. Değmeyecekte." dedi. Ses tonundan ağlamak üzere olduğu anlaşılıyordu. Küçük çocukların diş perisi vardır ya hani;Esila da benim düş perim olmuştu. Usul usul şarkı söyledi bana göğsünde. " Burda kalır mısın ? Yine gidipte gelmeyecekmişsin gibi geliyor." dedim. Ondan ayrılarak duvara yaslandım. O an başımın çatladığını farkettim. Gözlerim polerize olmuş gibi algılıyordu etrafı. Esila iyi olmadığımı anlamasın diye bir şey belli etmemeye çalıştım. Sağ eli ile yüzümü avcuna aldı. Gözlerini gözlerime kenetledi. "Bak." dedi. "Adamım tabii ki seninle kalırım. Ama gitsem de yine geleceğim." Bu duyduklarımdan sonra başka hiç bir şeye ihtiyacım yoktu artık. Küçükken bir kaç defa beraber kalmıştık evet ama adı üstünde o zaman küçüktük...
Benim yatağımı ona verdim yatması için. Hemen yanında da kendime bir yer yatağı hazırladım. En azından onun hemen yanımda nefes aldığını bilecektim.
Sabah uyandığımızda aynı anda gözlerimizi açtığımızı farkettim. Hemen kalkıp yanıma geldi. Bu günü bir günaydın öpücüğü ile şereflendirip gitti. Çok geçmeden mutfaktan gelen mis gibi kokular Esila'nın ellerini kullandığını anlatıyordu. Müthiş mantarlı bir omlet hazırlamıştı. On beş günümüz böyle geçmişti. Ama on beş günün sonunda babası arayıp memleketlerine çağırmıştı. Bir daha da göremedim Esila'yı. Aslında o gittikten sonra ben aynada kendimi de göremez oldum... Artık bir yarımım. Çünkü yok bir yarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFESSIZIM
Roman d'amourNefesinle Örtülü Tenim Açıldı. Gel Ört Beni. Gel Ört Üzerimi. Yorumu sizlere bırakıyorum. ☺