-KARŞILAŞMA-

86 4 2
                                    


Sahilde meltemin tenime değişini hissederken bir yandan da Leyl Işıklarını okuyordum. Bir şiire gözüm takıldı.

"Gönül tellerimin ezgisisin sen,
Şu kara bahtımın yazgısısın sen..."

Bu kitabı uzun bir zamandır okuyordum. Aslında okumamaya çalışıyordum.

Bazen çok sevdiğiniz bir şeyi daha yavaş yiyerek tadına varmak istersiniz, bitecek diye ödünüz kopar ya.... öyle bir kitaptı benim için Leyl ışıkları.

Kitabı kum tanelerinin üzerine bıraktım. Uçsuz bucaksız denize bakarken derin bir nefes aldım. İçim daralıyordu göğsümü bitmek bilmeyen bir ağrı saplanıyor ve ömrüm boyunca rahat bir nefes alamayacakmışım gibime geliyordu.

Aldığım nefesin ballı vanilya koktuğu bir hafta geçirdim demeyi çok isterdim ancak maalesef ki bende o kadarlık bir yürek olmadığı için sadece bir rüzgar olarak Sahra çölünün etrafında dolandım durdum bütün hafta.

Onu gördüm ama o beni görmedi. Onu gördüm ama bir o kadarda özledim. Bir iki gün öncesi onu görmüş olmama rağmen görmediğim her an için içim daralıyordu sanki her an elimden uçup gidebilecek şu kum tanelerine benziyordu Sahra.

Ona onu sevdiğimi söyleyeli 2 hafta olmuştu. Bir hafta öncesine kadar bir ara kontrole gitmiştim ama tedirgin bir Sahra görmüştüm. Bana bakarken rahatsız gibiydi. Her zamanki gibi çok konuşamamıştık. Bir kere zorla gözleri gözlerime deymişti ve bir kaç nefes kadar sessizlik o kadar. Elime perhizimi vermiş ve bende bir gazi gibi odadan çıkmıştım. İşin ilginç yanı, ilk defa bu muayenehaneye geldiğimde Sahra'nın odasından çıkan yaşlı teyze koltukta oturuyordu. Beni bayağı incelemiş garip bir bakışla içeriye geçmişti. Teyzeden baston yerim diye düşünmüştüm.
Belki bu beni kendime getirirdi ancak şansız bir yıldaydım maalesef.

Bu olaydan 3 gün sonra ilk önce onu yine kütüphanede gördüm. Sonraki günler ise pek karşılaşma değildi sabah yedi civarı evinden çıktığını bildiğim için yedi gibi evinin kapısına bakan köşede beklemeye başlamıştım. Evden yürüyüşe çıkıyordu her sabah. Kütüphaneye uğrarsa uğruyor sonra sahilde biraz oturup tekrar evine dönüyordu. 9-10 gibide hastanedeydi. O ara kendi çizimlerimi yapıyor toplantı varsa katılıyordum. Çıkar çıkmaz peşindeydim. Yakalanacağımı sandığım anlar olmuştu. Genelde sabahın köründe ona bakan birini hissettiği için arkasına bakıyordu ancak kapşonlu gezdiğim ya da şapka taktığım için anlaşılmıyordu.

Çıkışta hep hastalarını ziyaret ediyor ya da parkta falan muhabette ediyordu. Bu biraz sinir bozucu olabiliyordu. O samimi hastalarından biri olmak için nelerimi vermezdim. Helede bazı bayanlarla baya yakındı. Hatırlamak bile istemiyorum benim gözüme bile bakmıyordu...

Bir ara bir kaç doktor arkadaşıyla bir kafede bir kahve içmişlerdi. Çok dışarıda gezmiyordu. Bu da benim onu sık görememem demekti.

Ayrıca artık bir piskopat olduğumu kabul edebilirim ya da takıntılı çünkü bir insanı takip ediyordum. Hiç normal değildi. Ve aynı zamanda bir hırsızdımda kızın kitabı kumların üstünde bana bakıyordu.

Bir klasik yapıp ama ödeştik o da benim kalbimi çaldı diyemeyeceğim. O kadarda değil daha o kadar delirmedim...

Her neyse ne olduysa oldu ve ben hala bu kumların üzerinde kitabımla el pençe divane yanmayı bekliyorum. İlkbahara yaklaşıyoruz. İnsanların az yürüdüğü bir yerde melül melül kaderim değişirde belki o gelir ya da daha kolay birine aşık olurum diye bekliyordum sanırım.

Ama tabikide bende böyle bir şans varken pek mümkün değildi.

Onunla konuşurdum belkide ondan neler istediğimi söyleyebilirdim. Ya da beni yanlış anladığını söylesem de yeterdi. Yani bir kaç kere gelen bir hasta bir ara bir doktor arkadaşını dövüyor ve kısa süre sonra ona seni seviyorum diyor. Ve çok bir şey bile konuşmadan sadece bir kaç muayenede... Geçici bir heves ya da bir adamın takıntısı oldum diye düşünebilir ancak içimi ona açarsam belki anlayabilirdi.

UZAKTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin