2. Bölüm

131 41 44
                                    

İnsanlar ne zaman vazgeçerdi? Hayatta yapmak istediği bir şey kalmadığında mı yoksa yapabileceği bir şey kalmadığında mı? Ne zaman? Ben bilmiyorum çünkü artık zamanı da bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. İzin vermiyor. Etrafımdaki insanlar da benim gibi. Ne kadar kendilerini kaybetmemeye çalışsalar da olmuyor. Kendilerindeler mi ki kaybetsinler?

Cezaevlerinden çıktıklarında insanlar farklı olurlar, eski alışkanlıklarından uzaklaşmış ve daha suskun. Sanırım onları şimdi daha iyi anlıyordum. Sonuçta bende bir mahkumdum. Farklı bir tarz mahkum olsam da sonuç aynıydı. Buraya kapalıydım ama bazı farklar vardı, tabi. Yaptığım bir suçtan dolayı burada değildim, sadece yanlış yerde yanlış zamanda bulunduğumdan dolayı buradaydım. Tesadüftü. Sadece tesadüf. Tesadüf yanlış kelime belki de, ben buradaydım çünkü kaderim böyleydi. Çoğu insan kadere tesadüf der çünkü inanmak istemezler. Ben onlardan değilim ama olsun, tesadüftü.

"E-ek-k-ek-me-me-k.."

"Kalmadı," diye dişlerimin arasından konuştum. Yaşlı adam her seferinde bunu sormaktan bıkmamıştı. O kadar acizdi ki, ismini bile hatırlamıyordu. Belki de asıl aciz olan bizdik. Hepimiz acizdik.

"Bende var, amca. Al, " dedi grubumuzun yağız delikanlısı Alperen. Buradan kurtulabileceğimizi düşünüyordu. O gelen kadının bizi kurtaracağını. Aslında o da içten içe biliyordu, o kadın buraya bir daha gelmeyecekti, biz ölene dek gün yüzü göremeyecektik. Ölümümüzde acısız olmayacaktı, dünyanın acısını hissedecektik, tıpkı o kurtulacaksın dediğim ve elinden tutup onu kurtaramadığım küçük kız gibi. Meltem... Adı buydu. Ona tutamayacağım sözler vermiştim, buradan çıkacağız sana bez bebek alacağım demiştim. Yapamamıştım. O kana susamış köpek, aramızdan onu çığlıklar içinde almıştı. Ne yapacağını bilemiyorduk. Çok dengesizdi. Üzerimize kapıyı kapamıştı. Hepimiz kapının arkasına geçmiş, içeriden gelecek küçük bir ses için bekliyorduk. İlk önce o adamın iğrenç gülüşünü duymuştuk, sonra metale çarpan metalin sesini. Sonrası çığlık, 10 yaşında bir kız çocuğunun bacağında ileri geri hareket eden bıçağın acısıyla attığı sonu gelmez bir çığlık. Bıçağın kemiğe değdiği an çıkan ses ve iç parçalayan bir acı çığlık daha. Böyle devam etmişti bir saat boyunca. Hepimiz ağlıyorduk, Alperen ağlama evresini geçmişti. Öfkeliydi. Ellerini yumruk yapıp pis duvarlara vuruyordu. Zar zor onu durdurmuştum. O günden beri hiçbirimiz ağlamamıştık. Deniz hariç. Ağlamadan duramıyordu, sorsan 26-27 yaşındaydı ama bir Meltem bile olamıyordu.

"Sa-sağ-sağ-ol," dedi yaşlı amca. Ekmeğe yapıştı ve kemirmeye başladı. İşte, bu hale gelmiştik artık. Dedim ya, acizdik. Acz. Ayak sesleri gelmeye başlamıştı, demek ki eve gelmişti. Nefesimi tuttum. Birazdan aşağıya inip kapımızı açacağına adım gibi emindim çünkü ayak sesleri seriydi. Bu demek oluyordu ki, sinirliydi. Deniz daha bir hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Bankacı Feride Hanım, tiksintiyle ona bakıyordu. Şu halde bir kibrinden vazgeçemiyordu. Ayak sesleri kesilmişti, kapağın açıldığına dair ses gelmişti. Bu ayak sesleri biraz farklıydı, seri ve hafifti. Bir anda kapı hızla açıldı. Gelen o kadındı. Beyaz teniyle bütünlük sağlayan kumral saçlarıyla, hafif uzun burnuyla, yine hafif çıkık elmacık kemikleriyle ve birazcık dolgun dudaklarıyla. En mühimi de heyecanla parlayan o kahverengi ama ilk bakışta ela gibi duran gözleriyle de. Buradaydı. Elinde tuttuğu poşeti ilk Feride fark etmiş, hemen kadının elinden çekip almıştı. Kadın diyordum çünkü ismini hatırlamıyordum, dinlememiştim ya da artık hafızam iyice kötüleşmişti.

"Size ekmek arası bir şeyler yapıp getirdim, aç olacağınızı düşündüm. Hulusi gelmeden bir saat kadar vaktimiz var. Plan yapmalıyız," dedi bir çırpıda. Sesi ne kalındı ne de ince. Olması gerektiği gibiydi. İstediği zaman incecik istediği zamanda insanı korkutacak şekilde konuşabilecek cinstendi. Tamdı. Alperen bana ben demiştim dercesine bakıyordu.

Pamuktan TaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin