5. Bölüm

82 28 25
                                    

Hulusi bu kez akıllanmış ve bizi parmaklıkları olan, kilitli bir oda da tutmaya başlamıştı. Daha önceden kaçma teşebbüsünden bulunmamamıza rağmen böyleydi. Uyandığımızda ilk fark ettiğimiz şey aramızdan birinin eksik olmasıydı. Bu Deniz'di. Çok iyi kalpli ve saf biriydi, içim acımıştı. Ona ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyorduk. Birkaç yara ile buraya geri dönebilmesini ummaktan başka çaremiz yoktu. Yaşlı adam her zaman ki gibi köşesine geçmiş, kollarını dizlerine dolamıştı. Boş boş bakıyordu. Adını bile bilmediğimiz bu adamın birçok şey bildiğine adım gibi emindim. Bize eziyet eden o caniyle bir geçmişi vardı. Bunu öğrenmekte sanırım bana düşüyordu çünkü herkes afallamıştı ve korkuyordu.

Yaralarım biraz olsun iyileşmeye başlamıştı. Kabuk bağlamışlardı. Düzenli olarak kontrol ediyordum. Verilen suyla temizlemeye çalışıyordum. Mikrop kapması beni daha büyük bir felakete sürükleyebilirdi.

Kendimi toparladım ve yaşlı adamın yanına gittim. Bir şey dememişti, bundan cesaret alarak yanına oturdum ve onun gibi duvara sırtımı verdim. Yine susmuştu. Bana bakmıyordu bile.

"Benim adımı biliyorsun, değil mi?" diye sordum fısıldayarak. Diğerlerinin bizi duymasını pekte istemiyordum. Başını bana yavaşça çevirdi. Her zaman baktığı şekilde boş bakıyordu. "Fatih," dedim yine sessizce.

"Fatih... Oğlumun adıydı." Demek bir oğlu vardı. Hulusi oğluna bir şey yapmış olabilir miydi? Belki de ölmüştü.

"Ne oldu oğluna?" Birden gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Onu ağlattığım için kendimi kötü hissetmiştim ama öğrenmek zorundaydım. Hulusi'yi alt etmeliydim. Sare artık bize yardım edecek durumda değildi. Ölmediyse bile ölecekti. Kendi başımızın çaresine bakmalıydık.

"Fatih... Bilmiyorum, en son ağlıyordu." Bana söylediği son sözler bu oldu. Birkaç soru daha sorsam da cevap alamamıştım. Bana bakmıyordu bile. Dalıp gitmişti. Kim bilir hangi anılarının içinde kayboluyordu. Kimi düşünüyordu? Sıkıntıyla yerimden kalktım ve bu dört duvar içindeki boş olan tek köşeye gittim. Sırtımı yasladım ve bende düşünmeye başladım.

Annem... Ne haldeydi? Beni hala arıyor muydu? Babam ortalığı karıştırmıştı belki de. Beni bulabilmek için her yere gidiyordu. Karşı binada oturan Selma nasıldı acaba? O sade bakışmalarımızı özleyip arkamdan ağlıyor muydu? Bana mektup yazmaya çalışmıştır belki. Acaba nasıl cümleler kurmuştur?

Neler düşünüyordum böyle? İstemediğim, hayal etmeye korktuğum şeyler birden aklıma çullanmıştı. Bunları düşünmekten ziyade bize bir çıkış yolu bulmak için kafa patlatmalıydım.

"Alperen, gel." Alperen hemen itaat etti ve yanıma kuruldu. "Buradan çıkmanın bir yolunu bulmalıyız. Artık yetti."

"Nasıl?" diye sordu hevesle. Onu bende bilmiyordum ama bir şeyler uydurmalıydık.

"Bilmiyorum, ama beraber düşünürsek eminim bir şeyler ortaya çıkar. Akıl akıldan üstündür, değil mi?" Başıyla onaylamakla yetindi. Duraksadı. Bir şey söylemek istiyordu. Gözlerimiz buluştuğunda onu cesaretlendirici bir bakış atmaya çalıştım. Sanırım işe yaramıştı.

"Feride Hanım da yardım edebilir." Kaşlarımı çattım. Feride Hanım'a baktım. Başını yukarıda tutuyor, bize böcekmişiz gibi bakmaktan hiç çekinmiyordu. Alperen nereye baktığımı görmüş olacak ki, o da kafasını çevirdi. Benim gibi yüzü ekşimişti. "Belki de edemez." Benim gördüğümü görebilmesi güzeldi.

"Biraz gözlem yapalım. Düşünelim. Mesela buraya geldiğinde illa ki anahtarla kapıyı açacak. İkimizden biri ona saldırabilir ama hep yanında sakinleştirici iğnelerden bulunduruyor. O yüzden onları kullanmasına engel olmak zorundayız. Bunu yapmadan önce verdiği hiçbir yemekten yemezsek gücümüzü toplayabiliriz. O yemeklere bir şeyler kattığına eminim." Duraksadım. "Çok güçlü, o yüzden anahtarı ondan almamız iki kişiyken bile zor olacak."

Pamuktan TaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin