Sare
Kendimi odanın içinde duvardan duvara savurmak istiyordum. Gerçekten bunu istediğime ben de inanamıyordum ama elimden bir şey gelmemesi beni delirtiyordu. Belki gerçekten burada kalmaya devam etmeliydim. Acaba bunların hepsi benim hayal ürünüm olabilir miydi? Belki de öyleydi, şizofren falandım. Ama... Hulusi sırf böyle düşünmem ve delirmem için de beni buraya tıkmaya çalışmış olabilirdi. Sonuçta onun o şeytanvari aklından neler geçtiğini bilemezdim.
Bütün gece uyuyamamıştım ve sonunda gün ışıdığın da yalnızca birkaç saat uyuklayabilmiştim. Sonra zaten doktorlar gelmiş, öğleden sonra ailemin refakatin de buradan çıkabileceğimi söylemişti. Annem ve babamı beklerken her saat başı Zeynep'i arıyordum. Onun için çok endişeliydim ve şu ana kadar ona bir şey olmamış olması beni daha da çok korkutuyordu. Bir planı vardı ve gözleri gibi bal olmadığına emindim.
Gece boyunca bir süre Zeynep telefonlarıma cevap vermemişti, sabaha karşı üç-dört gibi cevap verdiğindeyse Hulusi'nin evinde olduğunu öğrenmiştim. Kazıyla ilgilenmişti ve hâlâ sonuç alınamamıştı. Bu gece için emindi. En azından umutluyduk. Elimiz de hiçbir şey olmadan polislere gidemezdik. Beni tekrar buraya tıkmaya çalışacaklarından emindim.
Bir an önce Hulusi'den kurtulmak ve onun esiri olan insanları da ondan kurtarmak istiyordum. Bunun için saatlerce dua ediyordum, başaracağımı biliyordum. Nasıl, ne zaman bilmiyorum ama başaracaktım. Sonuçta o insanlara söz vermiştim ve kesinlikle verdiği sözleri tutmayan insanlardan olamıyordum. İnsanlara hayır bile diyemeyen biriyim ben, ne beklenebilir ki? Tabi, onlar bunu bilmiyor. Umutlarını benden kestikleri düşüncesi beni üzüyordu. Hele de...
"Sonunda!" diye bağırdım odadan giren anneme ve babama. Arkadaki doktor benim bu tepkime şaşırmış olacak ki, bir an adım atamadı. Sonunda hareket edebildiğinde ona gülümsedim. Bu kadar iyilikten sonra birazcık minneti hak ettiğini düşünmüştüm.
"Sanırım burayı imzalarsanız çıkabiliyorsunuz," dedi o da gülümsemeye çalışarak. Yüz hatlarının buna pek alışık olmadığı belliydi. Gözlüğünü ikide bir düzeltmeye çalışmasından takıntılı olduğu belli oluyordu. Saçları kısacıktı, askere gidecek gibi görünmesi onu garip gösteriyordu. Otuzların da gibiydi ama nereden bilebilirdim ki? İnsanlar her zaman yaşlarını göstermiyorlardı. Dediği kağıdı verdiği kalemle imzaladım ve geri verdim.
"Anne, baba siz çıkın. Ben geliyorum," dedim ani verdiğim bir kararla. İkisi de ne olduğuna anlam verememişti ama doktorumun garip bakışları altında odadan çıktılar. Yine gülümseyerek doktora döndüm. "Adınız neydi acaba?"
"Yusuf." Düz bir sesle söylediği bu tek kelime bile gerginlikten öldüğünü söylemeye yeterdi.
"Yusuf, acaba senin Hulusi Erkoç ile bir ilişkin var mıydı?" Bir an gelen cesaretle sorduğum soruya ben bile şaşırmıştım. Normalde böyle davranacak kadar kendime güvenmezdim. Belki de her şeyin değişmeye başlaması gibi, bu da değişiyordu. Ben değişiyordum ve gerçekten iyi bir şekilde bunu yapıyordum.
"Hayır." Bunu derken gerginliği daha da çok artmıştı. Daha nasıl yalan söylediğini belli etmeye çalışabilir diye düşünürken terlemeye başladı. Ağzından dökülen sözler bundan daha iyiydi. "Ben...tabi...ikimiz de burada çalışıyorduk."
"Ah, ben de seni nereden hatırlıyorum acaba diye düşünüyordum. Evimiz de verdiğimiz yemeklere geldiniz mi hiç?" diye sordum ağzından birkaç şey kapabilmek için. Ev de yemek vermediğimizi nereden bilecekti ki?
"Evet, sanki gelmiş olabilirim." Aldığım bilgiyle içimden kahkahalar atmaya başladım. "Orada tanışmışızdır ama pek hatırlamıyorum sizi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pamuktan Taş
Mistério / SuspenseBazı insanlar sadece delidir. Deliler birkaç çeşide ayrılabilir. Öyleleri vardır ki, bunlar en zeki insanlardır ama delilikleri zeki olmalarının önüne geçer. 80 Darbesi'nden sonra bazı gizli, yasak ve cani deneylerde bulunan doktor Hulusi Erkoç da b...