"Sare Metin'in yakını sizler misiniz?" diye sordu orta yaşlarında gözlüklü bir doktor. Hemen ayaklandık ve doktorun yanına gittik. Kemal bayılacak gibi duruyordu. Dua edip duruyordum. Hem kızıma hem de kocama bir şey olursa ne yapardım ben? Kızımı çok seviyordum ama boşanmakla kendine gerçekten yazık etmişti. Neden böyle bir şey yaptığına kimse anlam veremiyordu. Bir de dedikodular almış başını gitmişti. Hiç kimse Sare'nin Hulusi'nin evine neden gidip geldiğini bilmiyordu.
"Biziz," dedi Kemal. İkimiz yan yana durmuş, doktorun gözünün içine bakıyor, vereceği haberi bekliyorduk.
"Sare Hanım'ın kaburgaları çatlamış, bunun düzelmesi epey zaman alabilir. Bunun dışında başının arka kısmında orta çaplı kanama var. Vücudunun belli başlı birçok yeri kesik ve morluklarla dolu. Şu an bilinci yerinde değil, umuyoruz ki bir hafta içinde kendine gelecek." Doktor bir çırpıda bunları anlatmıştı. İkimizde şaşkınlıkla karışık endişeyle adama bakıyorduk.
"Yani kızımız iyi mi doktor bey?" diye sordum heyecanla. Sare'm iyiydi.
"Evet, geçmiş olsun," dedi ve hızlı adımlarla koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Anın verdiği heyecanla arkasından bir süre baktık. Sonunda Kemal bir hemşire gördü ve kendini resmen kadının önüne attı.
"Sare Metin'in ailesiyiz, acaba onu görebilmemiz mümkün mü?" diye sordu. Sahi ya, biz neden doktora bunu sormayı akıl edememiştik? Hemşire kızımızı görebileceğimizi söylemiş ve bizi bir odaya yönlendirmişti. Hemen içeriye girmiştik. Kızımızı görmeye can atıyorduk. Kaza haberi hastaneden gelmişti, ne yapacağımızı bilemez bir halde apar topar evden çıkmıştık. Hulusi'nin de çalıştığı hastanedeydik. O neden gelmemişti anlam verememiştim.
"Kızım..." Kemal her zaman kızına çok düşkün olmuştu, ve bunu belli etmekten çekinmezdi. Bende düşkündüm, evladımdı ama her zaman biraz mesafeli durmaya çalışmıştım. Söz geçirmek istemiştim ama tabi, geçirememiştim.
Kemal yatağın yanı başına çöktü, eli Sare'nin saçlarında geziniyordu. Küçükken onu uyutmak içinde böyle yapardı. Ne güzel günlerdi... Bende yatağın diğer tarafına geçtim ve oturup onları izlemeye başladım. Sare'm... O güzel yüzü nasıl da solmuş, küçük çiziklerle dolmuştu. Bakmaya dayanamıyordum, bir an başımı arkaya büyük cama çevirdim. Akşam karanlığında cam ayna gibi içeriyi yansıtıyordu. Bir an gözü mü yanıldı yoksa gerçekten mi onu gördü bilmiyordu ama odanın içinde küçük bir kız çocuğu görmüştü. Dikkatini direkt gözleri çekmişti. Kızın iri ela gözleri vardı.
Fatih
Kolumun sızısı hala geçmemişti ama yavaş yavaş o acının varlığına alışmaya başlamıştım. İnsan acıyla yaşamayı öğrenirdi. Bu genelde ruhen bir acı olurdu ama fiziksel yaralar da yok değildi. Savaşta bir mayının ya da bombanın patlamasıyla kolunu, bacağını kaybeden insanlar bununla yaşamayı öğrenirlerdi. Bense sadece acılı birkaç bıçak darbesi yemiştim. Bu sızıyla yaşamayı öğrenebilirdim, öğrenmeliydim.
Sare gittiğinden beri garip hissediyordum. Polise gideceğini ve Hulusi denen herifi şikayet edeceğini söylemişti ama nedense buna inanasım gelmemişti. Sonuçta her an bir aksilik olabilirdi ve bir aksilik çoktan olmuş gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Neden böyle bir his vardı içimde onu da bilmiyordum. Hala duvara yaslanmış bir şekilde dört duvar arasındaki insanlara bakıyordum. Hepsi acizdi ve öylece oturuyorlardı. Başka bir şey yaptıkları yoktu. Olamazdı zaten ama en azından konuşup vakit geçirmeye ya da birbirimizi tanımaya çalışabilirdik. En basitinden bir plan ortaya koyabilirdik ama hiçbiri yanaşmamıştı. Birlik olabilseydik çoktan buradan kurtulmuş olurduk ama nedense insanlar her zaman ayrışmayı daha çok severlerdi. 'Birlikten kuvvet doğar' sözü boşa söylenmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pamuktan Taş
Misterio / SuspensoBazı insanlar sadece delidir. Deliler birkaç çeşide ayrılabilir. Öyleleri vardır ki, bunlar en zeki insanlardır ama delilikleri zeki olmalarının önüne geçer. 80 Darbesi'nden sonra bazı gizli, yasak ve cani deneylerde bulunan doktor Hulusi Erkoç da b...