6. Bölüm

91 25 20
                                    



NOT: Neden bilmiyorum ama yazarken bunu dinledim ve okurken hoşunuza gidebileceğini düşündüm. Keyifli okumalar :)

Yeni hücremize geleli üç gün olmuştu. Deniz öleli ise iki gün. O güzel gözler(belki de 'göz' demeliyim) sönmüştü. Bakışları donuklaşmış, yüzü solgunlaşmıştı. Tamamen yabancılaşmıştı. Masumiyeti, kırılganlığı gitmişti çünkü zaten paramparçaydı. Kırılan tekrar kırılamazdı, değil mi?

Hulusi hızlı adımlarla hücrenin önüne gelmişti, gülümseyerek Deniz'e bakıyordu. Ona türlü işkenceler etmek istiyordum. Bize yaptığı gibi... Ama bunun yanlış olduğunu bilecek kadar aklım başındaydı. Onun cezasını vermek bana düşmezdi. Bazı cezalar bu dünya da verilmezdi. Biliyordum, inanıyordum. Allah'ından bulacak deriz ya, bulacaktı işte. İnsanlar bazen gaflete düşer, zalimler neden kazanıyor diye düşünür. Ama unuttukları bir şey var. Büyük günahların cezası bambaşka olur. En basitinden okulda küçük bir suç işlediğiniz de cezasını öğretmeniniz verebilir. Ama büyük çaplı bir suçta müdürün odasına gidersiniz, sonra da disiplin kuruluna. Dünya da böyleydi. Sadece disiplin kurulu hemen toplanmıyordu.

"Evet, kaldığımız yerden devam edelim." Öfke saçtığıma emindim. Gözbebeklerimin büyüdüğünü hissedebiliyordum. Feride Hanım korkulu gözlerle manzaraya bakıyordu. Rüyasından yeni uyandığı belliydi. Uzun, siyah ve biraz kirli saçlarını geriye attı. Gördüklerine inanamadığı belliydi. Gözüm Alperen'e takılmıştı. Psikolojik sorunları olan hastalar gibi ve yaşlı amcamız gibi kollarını dizlerine dayamış ileri geri sallanıyordu. Üzüntümü öfkeye dönüştüren bir ben vardım. Kalbimi taş gibi göstermem gerekiyorsa yapacaktım ve ağlamayacaktım.

"Bırak onu!" diye bağırdım. Hulusi bu tavrıma kahkaha atarak ve o şeytani bal rengi gözlerini bana dikerek cevap verdi. Sağ taraftaki masadan neşter aldı ve gözüme soka soka Deniz'in bedenine doğru yaklaştı. Deniz tek gözüyle ağlamaya devam ediyor ve korkuyla olacakları bekliyordu. Canı acıdığında çığlık atabilecek miydi? Atarsa dudağının yarısında bulunan dikişler, dudaklarını parçalayabilirdi. Lanet olsun! Kesinlikle Hulusi bunu bilerek yapmıştı. Tam bir sosyopattı.

"Biraz eğlenmeden onu nasıl bırakabilirim, Fatih?" diye sordu o iğrenç sesiyle. Neşteri Deniz'in sol kolunda gezdirdi. Omzuna doğru götürdü ve diğer tarafına geçti. Sağ omzundan bileğine doğru indirdi ve bir anda durdu. Durmasıyla neşteri Deniz'in sağ avucunun ortasına batırması bir oldu. Deniz'in çığlığını duymayı bekledim ama sadece acı bir inleme sesi duyabilmiştim. Dudaklarını açmaya korkuyordu.

"DOMUZ HERİF!" Feride Hanım, ilk defa böyle bir çıkışta bulunmuştu. Belli ki aramızdan en çok Deniz'i sevmişti. Hakkını yememem lazım, Meltem'de de üzülmüştü. Bu kendini paralayan hallerine alışık olmasam da ona saygı duydum.

"Sosyete güzelimiz de kendini belli etti, daha neler göreceğiz bakalım?" dedi gülerek Hulusi. Neşteri çekti ve gülerek bize döndü. "Şimdi görecekleriniz için üzgünüm ama size bir ders vermek zorundaymışım gibi hissediyorum."

Ne yapacaktı? Başımı arkaya çevirdim. İhtiyar gözlerini yere dikmişti. Onun olacakları bildiğini hissediyordum. Öğrensem bile elimde engelleyebilecek güç yoktu.

"Evet!" Başımı Deniz'e ve Hulusi'ye çevirdim. Deniz korkuyla bana baktı. O bakışta hüzün görmüştüm. Ağır bir hüzün, bir bulut gibi aramızda asılı kalmıştı. Birazdan üzerimize yağacaktı.

Hulusi neşteri Deniz'in boğazının altına götürdü. Sol eliyle deriyi gerdirdi ve kalbinin olduğu yere uzun bir kesik atmaya başladı. Deniz dişlerini sıkıyordu, baş parmağı olmayan elleriyle sedyenin kenarlarını tutup güç almaya çalıştı. Mavi gözleri tavandaki ışığa takılmıştı.

Pamuktan TaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin