9. Bölüm

51 11 15
                                    

Fatih

İblis herif, bu kez Alperen'i almıştı. Sadece sesleri duyabilmiştik, çok acı çektiğini düşünmemiştim. Fazla sesi çıkmamıştı. Demek ki, onunla çok uğraşmamıştı. İki-üç saat sonra hücreye geri döndüğünde iki kolunda da fazla derin olmayan çizikler vardı. Neden bana bunun normal gelmeye başladığını bende anlayamamıştım. Algı meselesiydi sanırım, insan gördükçe alışıyordu ve artık garip gelmemeye başlıyordu.

"Daha iyisin, değil mi?" diye sordum endişeyle Alperen'e. Burada bana kardeş gibi olmuştu, en çok konuştuğum insan oydu. Bu yüzden ona daha çok değer verdiğimi hissediyordum. Doğrusu bu konu da biraz vicdan azabı çekiyordum. Hikmet Amca'ya hatta Feride'ye bile ihanet etmişim gibi geliyordu ama biliyordum, buradan gitmeyi en çok hak eden Alperen'di. Gençliğinin başındaydı, yaşayacak birçok şeyi vardı.

"İyiyim, şükür." Duraksadı. Gözleri minnetle bana bakıyordu. "Eyvallah."

"Kurtulacağız, göreceksin," dedim elimi omzuna koyarak. Güven vermeye çalışıyordum ama ne kadar becerebildiğim hakkında pekte bir fikrim yoktu. Belki de bunu söylerken kendimi inandırmaya çalışıyordum. İçten içe buradan hiç gidemeyecekmiş gibi hissediyordum. Ölümüm burada olacak ve arkamdan ağlayacak pek insan olmayacak. Belki Hikmet Amca ile Alperen. Sare... O da ağlardı, değil mi?

Şu ana kadar arkamdan ailem, arkadaşlarım ve Leyla'mın çok ağladığını düşünürdüm. Belki de ağlamamışlardı. Her insan ağlayamaz, değil mi? Bazıları çok zor duygulanır. Duygulansa da ağlamaz, çünkü çok ağlamıştır. Daha fazla ağlamak istemez. Ağlayacak bir şey bulamazlar. "Bu ne ki?" derler. Ben de onlardan olacaktım. Ağlayamayacaktım. Kalbime yakışan duygular, gözlerime yakışmayacaktı. Gözlerimden akması gereken yaşlar, içimde kuruyacaktı. Bense kalpsiz olarak tanınacaktım. Asıl kalpsiz beni bu hale getirendi. Bizi bu hale getirendi.

"Sare Abla, iyi midir?" diye sordu Alperen birden. Nasıl olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama psikolojik olarak çöktüğünden neredeyse emindim.

"İyidir herhalde," dedim biraz zorlanarak. Henüz duygusuzluk seviyesine erişememiştim. Sare bizim yüzümüzden o hale gelmişti. Hâlâ bizi kurtarmak istediğini zannetmiyordum. Zaten yapabileceği fazla bir harekette kalmamıştı. Hastaneden kaçacak hali yoktu, durumu daha da kötüleştirebilirdi.

"Bence pes etmeyecek." Feride Hanım'ın sesi tekrar çıkmaya başlamıştı. Yavaşça başını bize döndürdü. Gözleri, ağlamaktan şişmişti ve baya kızarık gözüküyordu. "Benim gibi bencil değildi o kız."

"Kendini tanımaya başlaman çok güzel." Bu sefer gerçekten duygusuz konuşmuştum. Hak eden insanlara karşı gayet sert konuşabilmek bazen insana iyi hissettiriyordu. Kim olduğumu unutmamalıydım yoksa bu halim beni ancak bir Hulusi'ye çevirirdi. Kimseye yararım olmazdı, olamazdı.

"Ciddiyim, uğraşacak." Böyle diretmesi ilginçti.

"Umarım dediğin gibi olur. Yoksa burada hepimiz öleceğiz," dedi Alperen sinirle. Onun da Feride'ye sinirli olduğu her halinden belliydi. Bu kadar sinir onun için iyi değildi, tabi benim içinde.

O iğrenç ve ürkütücü ayak seslerini duymamızla hepimiz suspus kesilmiştik. Parmaklıklara yaklaşıp yaratık yüzünü gösterdiğinde hepimiz ona baktık. Korkuyla karışık öfke hepimizi sarmalamıştı. Ne olacağını bilemeyiş hissi bizi geriyordu ve kabuğumuzdan çıkmamıza engel oluyordu. Risk alamıyorduk.

"Birkaç güne kadar size ufak bir sürprizim var, çok seveceksiniz." Bunu söyleyip tekrar o yavaş adımlarıyla gitmişti. Onun sürpriz dediği şeyin bize dehşete uğratacağı belliydi. Hikmet Amca'yla gözlerimiz buluştu. Yaşlı gözleriyle beni süzdü ve bir anda çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Acı dolu yıllar bazılarının kalbini katılaştırırken bazılarının kalbini yumuşatıyordu. Sanırım ilk defa birine, bana ikisi aynı anda oluyordu.

Pamuktan TaşHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin