XXXII

768 52 28
                                    

Güneş dinlenmek için giderken rüzgar omzumdaki saçlarımı uçurdu. Lila renkli gökyüzü her zaman olduğu gibi yerini gölgelere bıraktı. Yıldızların pırıltısı karanlıkta ortaya çıktı. Bay Yang ile olan buluşmam uzun süre önce bitmişti ama kendi başıma biraz vakit geçirmenin iyi olacağına karar vermiştim. Bütün endişeler gecenin karanlığında sessizce yanıyordu. 

Kararsızca kapı koluna bastırdım ve eve girip dikkatsizce ayakkabılarımı fırlattım. Yorgundum.

Oturma odasına baktım ama kimse yoktu. Prova düşündüğümden uzun sürmüştü ve bir şekilde Hanbin'in burada olmasını diledim. Onunla geçirdiğim her saniye, her dakika çok önemliydi. Kaderin bizim için ne planladığını bilmiyordum ama her anı son anımızmış gibi değerlendirecektim.

"Birini mi arıyorsun?" Arkamı döndüm ve Hanbin'in arkamdaki duvara yaslanmış olduğunu gördüm. Hayalet girişiyle ödümü koparmıştı.

Vücudu benimkine yaklaştı ve aramızdaki boşluğu kapatırken nefesimi düzeltmeye çalıştım. Gözlerimiz buluştuğunda dudakları yukarı kıvrıldı. Parlak gözleri benim kahverengi gözlerime kilitlendi. Aramızdaki kimya elektrik gibi ve beyin uçurucuydu fakat aramızdaki bağ bundan daha güçlüydü. Böyle bir bağ hissettiğim tek kişiydi, benim içimdeki ateşi tutuşturuyordu.

"Beni özledin mi?" Fısıldadı ve kolları belimi çevreledi. Parfüm kokan teninin kokusunu alabiliyordum.

"Hayır, özle-" Onu kışkırtma çabam dudaklarının baskısıyla yarıda kesilmişti. Dili benimkine dokunduğumda ateş yüzüme yükseldi. Kirli sakalı yüzümü çizdi ve tişörtüne yapıştım, öpücüğü derinleştirmesine izin veriyordum. Her seferinde dudaklarında kendimi kaybedebilirdim. 

"Kim beni öpmene izin verdi?" Öpücüğü bozup göbeğini çimdikledim.

"Seni öpmek istemedim. Öpmek zorundaydım." Ardından bana sıkıca sarıldı. 

Ev gibi hissettiren güçlü kollarının sıcak kucaklamasıyla kıkırdamadan duramadım. 

"Hanbin, Başkan Yang dedi ki.." Yüzümü avuçlayarak beni bir kez daha susturdu. 

"Biliyorum. Bu konuda endişelenme." Burnunu yavaşça burnuma sürttü ve üstüne küçük bir öpücük kondurdu. Her şey harika geliyordu fakat ruhuma yük olan bir şey vardı.

"Mino ile konuşmam gerek." İsmini sesli bir şekilde telaffuz edince bir hançer cildimi çizmişti. 

Mino aşık olmaktan korkacağım bir tip değildi, her zaman sadık ve tatlıydı. Yine de Hanbin'i ben seçmiştim. Kalbim ideal olan yerine beni yakıp tüketecek bir aşkı seçmişti. Kötü olan iyi olandan daha etkileyiciydi. İyi olan bazen sıkıcı oluyordu. 

Hanbin gözlerini kocaman açtı ve ilk kez beni kollarından serbest bırakıp bana yoğun bir bakış attı. Konudan rahatsızlığı alnındaki derin çatılmadan belli oluyordu. Mino konusu açıldığından kıskançlık onu ele geçirmişti. 

"Neden?" Sorusu kısaydı ve ses tonu 180 derece değişmişti. Hanbin kadar güçlü bir adamın bu kadar aptalca şeylerden bu kadar kolay etkilenmesi inanılmazdı. Ruh değişimleri beyninden daha hızlı çalışıyordu. 

"Onu dışarı davet etmek için!" Onu kışkırttım. Tepkisi paha biçilemezdi. Gözleri daha da açıldı, elimde olmadan masum tepkisine güldüm. 

"Yah, bu kadar komik olan ne?" Kollarını savunma amaçlı olarak çaprazladı. 

"Üzgünüm sadece..." Histerik kahkahalarım hıçkırıklara dönüştü. 

"Yah! Ölmek mi istiyorsun?"

Karanlık etrafımı sarıp gün ışığında görünen bütün kusurlarımı yok etmeye başladı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Karanlık etrafımı sarıp gün ışığında görünen bütün kusurlarımı yok etmeye başladı. Geceyle birlikte bütün güvensizliklerim yok olup gitmişti. Kör edici şehir ışıkları etrafı ustaca yatıştırdı ve gece huzurlu bir sessizlikle doldu. 

İki kişi Mino ile buluşmam gereken restoranın köşesinde duruyordu. İlk buluşmamızı hatırladım ve elimde olmadan gülümsedim. 

Yanlarından geçerken silüetler tanıdık bir şekil aldı. Sumin'in kolları şekilli bedeninden aşağı düşmüştü, gözleri umutsuzca tozlu zeminde geziniyordu.

Ağzı yavaşça oynadı fakat sesi gürültülü sokakta boğuldu. Yavaşça yaklaştım ve ne dediklerini duyabilmek için ölü bedenlerden daha kötü kokan bir çöp kutusunun arkasına saklandım.

"Git." Dedi titrek sesiyle.

Kafasını çevirdi ve gözyaşlarını tutmak için dudağını ısırdı. Mino hareket etmeden ona bakmaya devam etti. Sadece Sumin'in sesiyle alnı kırıştı.

"Beni duymadın mı? Sana git dedim!" Hıçkıırdı ve gözyaşlarını zorlukla tuttu. 

Mino aralarında mesafe kalmayana kadar ona yaklaştı. Bir eli kızın belini sararken diğer eli çenesini tutup onu kendine bakmaya zorladı. 

"Bencil şerefsiz." Mino'nun göğsüne yavaşça vurmaya başladı. Gözyaşları bilinçsizce pembe yanaklarına dökülmeye başladı. 

"Ağlama, bundan ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun." buğulu sesi sözlerine yoğunluk kazandırmış ve Sumin'in kalbini pır pır ettirmişti. 

Mino'nun kolları çevresini sardı ve Sumin'in başı onun göğsüne yaslandı. Gözyaşları tişörtünü ıslatmayı kesmiyordu. Yaraları yeniden açılmıştı ve uzun zamandır aklında olmayan anılar ona geri dönüyordu. Aşk savaş gibiydi: Başlaması kolay, bitirmesi zor, unutması ise imkansız.

Onların arasında ne olduğunu bilmiyordum ama kimse böyle hissetmeyi hak etmiyordu. Yüzleri acı ve hüznü yansıtıyordu. Bunu görmemem gerekiyordu, bunun benimle bir alakası yoktu. Ana caddeye karışmak için yavaşça arkamı döndüm ve bir hırıltı duydum.

"Lütfen havlama, lütfen havlama..." Önümü kapatan köpeğe yalvardım.

Ceplerimi onu susturabilecek bir şey bulmak için aradım fakat çoktan havlamaya başlamıştı bile. 

"Burada kal." Mino yavaşça saklandığım yere doğru yaklaşmaya başladı. 

Nasıl her zaman belanın içine düşebiliyordum?

100 Days With Kim Hanbin!!!!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin