Sabah ezanının okunduğunu duyduğumda gözlerimi zar zorda olsa açtım ve yataktan kalktım. Ne yaşarsam yaşayayım şükretmem öğretildi bana ve dua etmeyi asla bırakmamam. Bende öyle yaptım. Hala yaşadığım için ve ailemle birlikte olduğum için şükrettim. Ve günahlarım için tövbe edip yine Allah'a sığındım.
Yaşadıklarım inanılmazdı ve bana hiç kimseye güvenmemem konusunda büyük bir tecrübe olmuştu. Kendime bile. Gerçekten insan kendine bile güvenmemeliydi. Alışmam dediği kişiye alışır, düşmanım dediği kişiyle dost olur, sevmem dediğini severdi. İnsanoğlu bir garipti.
Her ne kadar kimseye güvenmem denilse de güveniyorduk işte ailemize, arkadaşlarımıza. Onlar da yanıltabiliyordu bizi. Kim derdi ki hep istediğim bir ağabey hayalinin bir gün gerçek olacağını?
Bunu nasıl benden saklarlardı? Nasıl bu kadar kolay vazgeçerlerdi bir candan? O da benim gibi anne ve babaya muhtaç bir çocuktu. Belki güzel hiçbir anısı yoktu. Sahip olduğu tek gerçeği annesi ölmüştü onunda. Hiç tanımadığı, yıllar sonra tanıyıp alıştığı babası da gitmişti.
Ne olursa olsun bizden nefret etmemişti. Bu inanılır gibi değildi. O benim ağabeyimdi. Benim ve Eylül'ün. Bizi seviyordu. Ve bunu itiraf etmek ne kadar zor ve tuhaf gelse de bu olanlardan sonra iyi ki girmişti hayatımıza.
Çok hızlı gelişmişti her şey. Hayatımı birine anlatsam, birkaç sezonluk dizi çekilebilir, sayfalarca kitap yazabilirlerdi. Tabi sonu asla belli olmayan bir hayat. Nasıl ölecektim? Yaşlandığımda yatağımda huzur içinde mi? Hiç sanmıyorum. Nedense acıya çok alışmıştım ve ölümünde acılısını istiyordum. Hayatım ve yaşadıklarım hep acıdan ibarettim ve acı çekerek ölmek istiyordum. Ölüm acısını sonuna kadar hissetmek ve öldüğümü bile bile ölmek istiyordum. Sanırım mahvolan tek şey hayatım değildi. Psikolojim de bozulmuştu.
Biri her şey düzelecek derse, birkaç gün gülebilirdim. Çünkü hiçbir şeyin düzeleceği yoktu. Buna inanmıyordum. Umudumu, inancımı yitirmiştim. Bir geleceğim bir hedefim yoktu. Hiçbir şeyim yoktu.
Mutfağın terasına çıkıp sandalyelerden birini çekip oturdum ve ayaklarımın altındaki manzarayı yüzümdeki saçma salak tebessümle izledim. Masaya göz gezdirdiğimde yarısına kadar dolu su bardağı, sigara paketi, çakmak ve küllük görmüştüm. Küllüğün içinde sayamayacağım kadar çok sigara izmariti vardı. Demek ki Koray sigara içiyordu. Teyzem içmezdi çünkü. Gerçi bunca yaşanılanlardan sonra içse hak verirdim. Paketi elime alıp içinden bir dal aldım ve geri yerine koydum. Çakmağa uzanıp sigaramı yaktım ve derin bir nefes çektim içime zehirimden.
Hayatımı zehir edenleri düşünürken daha çok zehirledim kendimi. Mutfağın ışığı açıldığında kafamı uzatıp içeri baktım ve görüş alanıma Koray girdi. Biyolojik olarak ağabeyim olabilirdi, hatta iyi bir insan da olabilirdi ama bana karışamazdı. Bu yüzden sigaramı söndürme düşüncesini kafamdan silip sigaramı içmeye devam ettim. Sigarama bakıp tebessüm ettim. Bu içtenlikten uzak acı bir tebessümdü. Benim gibi bir kızı sigaraya başlamak zorunda bırakmışlardı.
Gerçi onların bana verdiği zararların yanında sigara bana zarar bile vermezdi. Koray'ın terasın kapısının eşiğinde durduğunu hissettiğim de ona dönüp bakma zahmetine bile girmedim.
Koray sandalyelerden birini çekip oturdu ve elini bana uzattı. Önce bana uzattığı eline daha sonra yüzüne bakıp ne demek istediğini anlamaya çalıştım. Anlamamış bir surat ifadesiyle ona baktığımda kaşlarının ortasında hafiften bir çukur oluştu. Yakından bakmayan eminim ki gergin ve biraz da sinirli olduğunu anlayamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Çete
Teen Fiction"Her insanın kendi zevkleri vardır küçüğüm, benimki de cesetler. Ve unutma ki, katilini affedersen seni yeniden öldürür." Mavi ve Yeşil'in savaşı. •Kitabımda reklam yapmayın ve spoi vermeyin lütfen. Bunu tekrar eden kullanıcılar engellenecektir.Bu g...