two

236 18 14
                                    

Kalkıyorum. Su içmek için mutfağa gidiyorum. Bardağa sürahiden suyu doldururken gözüm sağ yanımdaki pencereye takılıyor. Perdeleri kapalı. Büyük ihtimal uyuyor.

Sonra aklıma elini tuttuğumda hissettiğim şey geliyor. Sanki camdan bana bakıyormuş gibi gözümü kaçırıyorum.

Birinin elinini tutmayalı öyle çok oldu ki, elimin bu kadar soğuk olduğunu yeni fark ediyorum.

Hava serin olduğu için üzerime bir hırka geçirip onun gittiği dükkana gidiyorum. Kapıdaki "açık" yazısını görünce gülümseyip içeri giriyorum.

İçeri girerken çanlar çınlıyor. Burnumu bir kahve kokusu dolduruyor. Gözüm sol duvardaki kocaman "Çığlık" tablosuna kayıyor.

Ben tabloyu incelerken birisi bana selam veriyor. Arkamı döndüğümde kasaya ilerleyen kilolu, sakallı tahminen 28 yaşlarında sevecen bir adam görüyorum.

Ben de ona gülümsediğimde "Ben George" diyor. "Buranın sahibiyim." kasaya geçip kasadaki kahvesinden bir yudum alıyor. "İstediğini yapabilirsin"

"Teşekkürler George" deyip komşumun plağı aldığı reyona ilerliyorum. Yani 3. reyona. Reyona göz gezdirirken başka birisi sesleniyor. "Yardımcı olabilirim"

"Ben Monika" diyor ve bana elini uzatıyor. Elini tutup tokalaşıyoruz ve devam ediyor "Ne arıyorsun?"

Turuncu saçlı, kaşında ve dudağında piercingi olan, siyah bere ve siyah etek giymiş tatlı bir kız görüyorum. O da tahminen 28 yaşlarında gözüküyor.

"Ben, şey" deyip yutkunuyorum "Ben burada birini gördüm. Uzun boylu, kıvırcık saçlı. Dün saat 11 gibi buralardaydı." ben devam etmeden arkadan George sesleniyor.

"Troye'dan bahsediyorsun. Her hafta 3 kez buraya geliyor ve yaklaşık 45 dakika plak dinledikten sonra gidiyor. Arada muhabbet ediyoruz. İyi çocuk"

Demek adı Troye, diyorum. "Evet Troye." tekrar raflara göz gezdirip Monika'ya soruyorum "Dün ne dinlediğini merak ediyorum, sen hatırlıyor musun?"

Monika raflara yaklaşıyor ve üzerinde The 1975 yazan plağı çıkarıyor. "İstersen kiralayabilirsin" diyor.

"İsterdim fakat bir gramofonum yok." diyorum ve plağı yerine yerleştiriyorum. "Yine de, yardımcı olduğunuz için gerçekten çok teşekkür ederim" diyorum.

George ve Monika'ya el sallayarak dükkandan çıkıyorum. Çıkarkan çanlar tekrar çınlıyor. Bu beni neşelendirse de kahve kokusu gittiği için üzülüyorum.

Dükkandan çıkınca komşumun, yani Troye'un kaybolduğunu anladığı yere gidiyorum. Onun oturduğu kaldırıma oturuyorum ve etrafıma bakınıyorum.

Bir süre sonra ayağa kalkıp eve dönüyorum. Anahtarı kapı deliğine soktuğumda Troye'un evinden biri çıkıyor. Anahtarı bırakıp çıkan kişiye bakıyorum. Takım elbiseli bir adam. Elinde bir çanta var. Babasıdır, diye düşünüyorum ve anahtarı çeviriyorum.

Eve girince kahvaltı etmek için mutfağa gidiyorum ve pencereden baktığımda Troye'un perdelerinin açılmış olduğunu fark ediyorum.

O sadece komşun, niye onu takip ettin ki? Ya da niye durmadan pencereden onu gözetliyorsun? Saçmalamayı kes, diyorum kendi kendime.

Saatin daha erken olduğunu fark ediyorum ve elime bir kase abur cubur alıp kendimi koltuğa atıyorum. Üstüne oturduğum kumandayı biraz havalanarak altımdan alıyorum ve kanalları geziyorum. Bir dizi bulup onu izliyorum.

Bir süre sonra sıkılıyorum ve kalkıyorum. Dışarı çıkıyorum. Güneş tam tepede. Kafamı sağa çevirdiğimde elinde siyah bir çöp poşeti olan Troye'u görüyorum.

Yanına gidiyorum ama beni görmezden geliyor. "Komşunu görmezden gelmek hiç hoş bir şey değil, Troye." diyerek ismine baskı yapıyorum.

Poşeti posta kutusunun yanına bırakıyor ve bana dönüyor. Suratıma şaşkınca bakıp "İsmimi nereden biliyorsun?" diye soruyor.

Onu duymamışım gibi "Bugün çok tatlı arkadaşlar edindim kayıp oğlan" diyorum. "Onlar çok iyi insanlar. George ve Monika değil mi?" diyorum.

Heyecanlı bir şekilde "Bir daha oraya gitme" diyor. Benden neden bu kadar nefret ediyor, diye soruyorum kendime. Sonra içimden bir ses sen ona neden takıntılıysan o da senden bu yüzden nefret ediyor, diyor ve bu soruyu bir daha kendime sormuyorum.

"Neden? Daha birçok plak dinleyeceğim. Bir tanesini kiralayacaktım ama maalesef bir
gramofonum yok. İsmi de The 1975'ti. Nasıl, güzel mi? Bana önerir misin?"

Sinirli bir şekilde bana bakıyor ve evine gidiyor. Arkasından bakıyorum sonra ben de eve dönüyorum.

Küveti soğuk su ile doldurup yavaşça küvete giriyorum. Ona neden bu kadar taktığımı ve onun benden neden bu kadar nefret ettiğini düşünüyorum. Sanki eski hayatımızda birbirimizi tanıyormuşuz gibi.

Gözlerimi kapatıyorum ve hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum. Ama ne zaman gölerimi kapatsam, Troye'un gözleri canlanıyor beynimde. Sanki ona yıllardır platonikmişim gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Sağdaki evden gelen çığlıkları duyduğumda küvette uyuyakaldığımı fark ediyorum. Buruşmuş bedenim uzun bir süredir suyun içinde olduğumu kanıtlıyor.

Odama gidiyorum. Giyindikten sonra elime bir kağıt ve bir kalem alıyorum. Bu kez kalemi kırmıyorum ve kendimi oyalayacak bir şeyler buluyorum. Ama beni fazla uğraştıracak gibi duruyor. Bu yüzden bir süre çizip bırakıyorum.

Mutfağa iniyorum ve su içtikten sonra pencereden soldaki eve bakıyorum ve soldaki evden Troye'un da buraya baktığını fark ediyorum. Göz göze geliyoruz. Birkaç saniye bakışıyoruz. Ve o perdesini çekiyor.

Suburbia → Troye SivanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin