~ Kahkaha atarak koltuğa hafifçe yatıyorum. "Sen" diyor ve gözlerime bakabilmek için üstümden bana eğiliyor. "Nasıl bir şeysin?"~
Her zamanki gibi yine yürüyorum. Kısa bir süre küvette durduktan sonra kalkıyorum. Öğlen olmuş.
Hemen oturma odasına gidiyorum. Belki bugün çıkar, diye düşünerek pencereden sola bakıyorum. Troye bugün de çöp atmaya çıkmıyor.
Yaklaşık dört gün önce çok sert bir şekilde bağıran bir erkek sesi duydum. O günden beri Troye, çöp atmaya çıkmıyor.
Hayal kırıklığıyla odama çıkıyorum. Bir film açıp izliyorum, sonra bir film daha. Kendimi oyalayacak bir şeyler buluyorum. Hava kararmış, gece olmuş.
Yatıyorum ama uyuyamıyorum. Sadece yatakta dönüp duruyorum. En sonunda yataktan kalkıp çizim aşaması neredeyse bitmek üzere olan resmi çizmeye devam ediyorum.
Troye'u çiziyordum. Her şeyi çizmiştim, sadece yüzü ve saçları kalmıştı. Kıvırcık saçlarını çiziyorum. Yüzünü çizmeye başlıyorum.
Sadece sol gözünü çizebilmişken çığlık sesleri bölüyor çalışmamı. Elimdeki kalemi bırakıp sağdaki eve bakıyorum. Ama herhangi bir şey göremiyorum. Çığlıklar ve bağırış sesleri devam ederken sesin sol taraftan geldiğini fark ediyorum.
Hızla mutfağa ilerlerken merdivenlerde sendeleniyorum. Ama hızımı kesmiyorum. Pencereden soldaki eve bakarken seslerin oradan geldiğini tamamen anlamış oluyorum.
Korkuyorum. Evden çıkıp Troye'un evine gidiyorum. Bahçede bekliyorum çünkü kapıyı çalmaktan emin olamıyorum.
"Sen canavarsın!" diye bağırıyor Troye.
"Sen de benden az sayılmazsın!" diye bağırıyor daha kalın bir ses.
O sırada kapı açılıyor. Troye'un babası sinirle yüzüme bakarken ben kapıyı tutuyorum. Babası, elinde bavul ile gidiyor.
İçeri girdiğimde Troye'u görüyorum. Yerlerdeki cam kırıklarını fark ediyorum. Muhtemelen bardak ya da vazodur, diye düşünüyorum. Cam kırıklarını temizleyip Troye'un yanına gidiyorum.
Morluklar içinde olan bacaklarını ve kollarını saklarcasına kollarını bacaklarının içine hapsetmiş. Kafasını dizine yaslamış. Suratı gözükmüyor ama üzgün olduğunu anlayabiliyorum.
"Troye" diyorum. Olabildiğince yumuşak olmaya çalışıyorum. "İyi misin diye sormayacağım, kötü gözüküyorsun. Ben, çığlık seslerini duydum." yanına oturuyorum. "Zaten birkaç gündür çöp atmaya çıkmadığın için endişeleniyordum. Her gün bunu yapardın. Bahçeye çıkmıştım ve babanı evden çıkarken gördüğümde içeri girdim. Bana anlatmak ister misin?" cevap vermeyince devam ediyorum. "Beni görmezden gelme"
Kafasını kaldırıyor ve kırgın gözlerle bana bakıyor. Gözleri şişmiş ve kıpkırmızı. Yanaklarında gözyaşlarının izleri var ve kirpikleri birbirine yapışmış. "Sana niye anlatayım ki? Ben, daha senin adını bile bilmiyorum. Unut gitsin, sen takıntılı bir sapıksın"
Kırılıyorum ama belli etmiyorum. Tekrar dizlerine gömüldüğünde ona sırtından sarılıyorum. Ağlama sesleri şiddetleniyor. "Öyle düşünebilirsin. Benim için fark etmez. Ama farklı olduğunu bilmeni isterim" diyorum. "Ben sana değer veriyorum, gerçekten"
Kafasını kaldırıyor ve tekrar bana bakıyor. "Babam, bir canavar" diyor. "Onunla nasıl yaşayabildiğimi anlamış değilim"
"Birkaç gün önce eve sarhoş geldi. Başka bir kadınla. Bunu yapabildiğine inanamıyorum. Anneme ihanet etti. Bunu ona söylediğimde 'Annen öldü' dedi ve kavga ettik. Bugünse o kadar içmiş ki, beni dövdü."
"Alkolik ve dayakçı baba yani" diyorum şakayla karışık. Bir şey demiyor ama dudağının yukarı kıvrıldığını görebiliyorum. Beklemediğim bir anda bana sarılıyor.
Sarılırken onun saçını okşuyorum. Sonra geri çekiliyor. "Bu iyi hissettirdi. Yani, sadece soy ismini bildiğim ve bana takıntılı olan sapık bir kıza sarılmak"
"Adım Blaire" diyorum. "Artık bana takıntılı sapık demek yerine ismimle hitap edebilirsin"
Gözlerimin içine bakarak gülümsüyor. Tıpkı çocuk gibi bakıyor. Sanki saatlerce bir şeker için ağlamış ve sonunda o şekeri elde edebilmiş gibi.
Kahkaha atarak koltuğa hafifçe yatıyorum. "Sen" diyor ve gözlerime bakabilmek için üstümden bana eğiliyor. "Nasıl bir şeysin?"
Meraklı gözlerle ona bakıyorum. Yine gülüyor. "Bana iyi hissettiriyorsun, sana ne kadar gıcık olsam da"
Yavaşça dudağıma eğiliyor ve daha sonra hemen üstümden kalkıyor. Tüm gülümsemesi yok olmuş, gözlerindeki ışık kaybolmuş. "Git" diyor sadece.
Ne olduğunu anlayamıyorum. Bir anda, neden böyle davrandığını anlayamıyorum. Şaşırıyorum. "Ama-" diyemeden sözümü kesiyor.
"Git!"
"Gidiyorum, Troye. Ama ne zaman birine ihtiyacın olursa, ne kadar takıntılı bir sapık olsam da (!) bana gelebilirsin" sesim, ne kadar kırgın olduğumu belli ediyor.
Ayağa kalkıyorum ve kapıya doğru ilerliyorum. Kapıda son bir kez ona bakıp kendi evime gidiyorum.
Neden böyle olmak zorunda bilmiyorum. Ben yine umutlandım. Ne zaman umutlansam sonunun hayal kırıklığı ile sonuçlandığını unutuyorum. Aynı, şimdi olduğu gibi.
Eve gidiyorum. Güneş doğmak üzere. Yorgunum, uyumam gerek ama düşünebildiğim tek şey Troye. Onu düşünürken uyuyakalıyorum.
Bugün her zaman olduğundan daha geç kalkıyorum. Kahvaltı edip kendimi oyalayacak bir şeyler buluyorum.
Öğlen olunca oturma odasına gidip Troye'u görme umuduyla pencereden bakıyorum. Onu göremeyince endişelenip mutfak camına bir not yapıştırıyorum "İyi olduğunu bilmem gerek"
Akşam üzeri mutfak penceresinden Troye'un kendi camına bir not yapıştırdığını görüyorum "Eğer bunu bilmek beni rahat bırakmanı sağlayacaksa iyiyim"
![](https://img.wattpad.com/cover/78150475-288-k938074.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suburbia → Troye Sivan
Fanfiction"Onu kendimden çok severken hayal kırıklığına uğratacak olan da bendim" 17.09.2016