twelve

58 7 3
                                    

Öksürerek Troye'un göğsünden kalkıyorum. Üstümdeki örtüyü ön koltuğa koyuyorum. Öksürdüğümü duyan Troye da uyanıyor. Kendime gelmek için biraz duraksıyorum. Sonra arabanın camından bakıyorum. "Sabah olmuş"

"Sabah değil, öğlen olmuş Blaire. Tünaydın." diyor ve oturuşunu düzeltiyor.

"İnsanlar yüzüyor. Her yer şemsiye dolmuş, baksana" diyorum ve arabadan iniyorum. Öksürmeye başlıyorum.

"Hasta olacağını biliyordum. Bu yüzden üstünü örttüm. Örtüyü çantanda buldum" diyor ve yanıma geliyor.

"Ah, her yerim ağrıyor. Sanırım bu yüzden eve gidince sadece yatacağım. Sen de bana masaj yaparsın." diyorum kahkaha atarak.

"Sana bunun delice olduğunu söylemiştim." diyor bir anne gibi. "Beni dinleseydin böyle olmazdı"

"Pardon anne, bir dahaki sefer seni dinleyeceğim."

Gözlerini deviriyor -yine ve yine- "Gece birkaç kere üşüdüğünü söyledin. Bu yüzden klimayı açtım."

"Teşekkür ederim"

"Bence, artık eve gidebiliriz. Duş almamız gerek. Ayrıca ben çok açım" diyor. Kafamı onaylarcasına sallıyorum. Sürücü koltuğuna biniyorum.

Mahalleye doğru sürüyorum. Troye'un evinin önünde duruyorum. "Görüşürüz" diyor ve arabadan iniyor.

Daha sonra arabayı park ediyorum ve kendi evime doğru ilerliyorum. Kapıda Troye'u görünce şaşırıyorum.

"Sen sormadan ben söyleyeyim, uyku sersemi olduğum için anahtar almayı unutmuşum."

"Şimdi ne olacak?"

"Babam bugün dönüyor. O gelene kadar sana misafirim"

"O zaman bilmelisin ki ben çok misafirperver bir insanım." kapıyı açarken devam ediyorum "Ayrıca çok güzel tost yaparım."

Kapıyı açıp içeriyi işaret ediyorum. Troye ayakkabılarını çıkarıp içeri giriyor. Daha sonra ben de içeri giriyorum.

En yakın koltuğa oturuyor. "İstersen sen duş al. Ben de tost hazırlarım. Ama ne giyeceğini bilmiyorum. Benim kıyafetlerim sana olmaz ama erkekler reyonundan aldığım tişörtlerim var"

"Sorun değil Blaire. Beni çağırdığında yedek kıyafet almamı söylemiştin. Gece onları giymedim. Şimdi giyebilirim."

"O zaman harika! Banyoyu göstermeme gerek yok sanırım. Senin evinde olduğu gibi" diyorum. Kafasını sallayıp yukarı çıkıyor.

Daha sonra tostları hazırlamaya başlıyorum. Tostları masaya koymuşken Troye yanıma geliyor.

"Bu masaya en son ne zaman oturdum hatırlamıyorum. Koltukta yemek daha güzel. Yerken aynı anda televizyon da izleyebiliyorsun. Ama annem buna çok kızardı"

"Benim annem de çok kızardı" diyor ve tostundan bir ısırık alıyor "Çok lezzetli olmuş."

"Teşekkürler. Yanında portakal suyu içip zengin hissedebilirsin. Zengin ruhlu bir insan olarak kahvaltıda portakal suyunu tercih ederim. Bu yine de favorimin buzlu çay olduğu gerçeğini değiştirmez" diyorum ve gülüyor.

Tostumu bitirdikten sonra duş almak için kalkıyorum. "Kendi evin gibi rahat ol"

Duş aldıktan sonra kendimi havluya sarıyorum ve odama gidiyorum. Karşımda Troye'u görünce girdiğim gibi odamdan çıkıyorum ve kapıdan kafamı uzatıyorum.

"Troye, ne yapıyorsun burada?" diye bağırıyorum.

"Şey, pardon, çıplak mısın, yani, şey, gözlerimi kapatıp odadan çıkıyorum"

"Çıplak değilim, üzerimde havlu var" deyince gözlerini açıyor.

"Yanımda iç çamaşırlarınla durdun. Havluyla mı giremiyorsun buraya? Çıkayım da giyin o zaman. Sana bir şey sormam gerek" diyor ve odamdan çıkıyor.

Giyiniyorum ve ona sesleniyorum. "Troye, gelebilirsin. Giyindim"

İçeri giriyor ve çalışma masasındaki resmi gösteriyor. "Bunu sen mi yaptın? Bu bir şah eser"

Gülüyorum. "Eh, yapıyorum bir şeyler. Beğendin mi?"

"Beğenmek mi? Bu resim harika. Bana benden çok benziyor."

"Uzun süredir resim çiziyorum. Etkisi büyük. Beğendiğine sevindim" diyorum. Bir sessizlik oluyor.

"Odan güzelmiş" diyor ve duvardaki fotoğraflara bakıyor. "Bu annen mi?"

"Evet, annem."

"Tahmin ettiğim gibi, çok güzel bir kadınmış. Sana çok benziyor. İkinizin de çok güzel, yeşil gözleri var. Gözlerindeki mutluluğu görebiliyorum. Gülüşleriniz aynı. Sen, cennet gibi gülüyorsun. Ve saçlarınız aynı renk ve aynı uzunlukta."

Utanıyorum ve gülüyorum. Sonradan dediğinin farkına varıyor ve başını eğiyor. "Şey yani-"

"Teşekkür ederim. Sen de çok güzel gülüyorsun."

"Aşağı inelim, film falan izleriz. Belki oyun oynarız." diyor ve merdivenlere yöneliyor. Onu takip ediyorum.

Aynı koltuğa oturuyoruz. "Yaptığın en çılgınca şey neydi? Benimkisi sanırım senin evine girmemdi" diye soruyorum.

"Yaptığım en çılgınca şey neydi biliyor musun? Bir gün bir yere gittim ve dönüş yolunu unuttum. Yaptığım en çılgınca şey dönüş yolunda kaybolduğumda bana elini uzatan kızın elini tutmamdı"

"Kayıp çocuk" diye fısıldıyorum.

"Evet, kayıp çocuk. Ama yolu öğrendim yani artık kayıp çocuk değilim."

"Eğer bir daha kaybolursan, seni tekrar bulurum." deyip kahkaha atıyorum. Sonra gözüm pencereye takılıyor "Baban geldi"

Ayağa kalkıyor "En iyisi gideyim." diyor ve kapıya doğru ilerliyor. Ayakkabısını giyip dışarı adımını atıyor ve babasına sesleniyor.

Babası sert bir şekilde önce Troye'a sonra bana bakıyor. "Senin burada ne işin var?" diyor.

"Ben George'un yanına gitmiştim ama anahtarımı unutmuşum. Bu yüzden sen gelene kadar Blaire'da oturdum"

Babası sinirleniyor. "Bugün değil de dün unutsaydın anahtarını bu kızın evinde mi uyuyacaktın? Aptal, bir daha unutma anahtarını yoksa canını yakarım. Şimdi, düş önüme"

Babasının Troye'a olan kaba davranışına şaşırıyorum. "Afedersiniz bayım ama oğlunuza karşı daha kibar olmalısınız"

"Seni ilgilendirmez" diye püskürüyor. Troye üzgün gözlerle bana bakarken kendi evine giriyor. Babası hakkkında söylediklerine hak vermeye başlıyorum.


Suburbia → Troye SivanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin