~Onun evine giremem. Bu yanlış. ~
Her zaman oturduğum koltuğa uzanıp elime telefonumu alıyorum. Biraz ilgilendikten sonra kalkıyorum ve nefes almak için bahçeye çıkıyorum.
O sırada teyzem arıyor. Telefonu açıyorum, "Nasılsın?" diyor.
"Aynıyım. Sen nasılsın?" diyorum.
"İyiyim, teşekkürler. Seni aradım çünkü görüşmeyeli bayağı oldu ve ben o süre zarfı içerisinde senin için psikologtan bir randevu ayarlayabildim" Sinirleniyorum.
"Ben hasta değilim! İptal et o randevuyu. İstemiyorum." diye bağırıyorum.
"Seni anlıyorum ama gitmelisin. Annen ve babanın ölümünden sonra çok kilo verdin ayrıca davranışların da çok değişti. Hem ilkokuldan beri yaşadığın bazı sorunlar var. Daha önce götürmek istesem de annen ve baban izin vermiyordu. Şimdi, gideceksin." diyor kırgın bir ses tonuyla.
Gözümden bir damla yaş akıyor ve istemesem de onaylıyorum. "Tamam, gideceğim. Detaylarını mesaj atarsın." diyorum ve cevap vermesini beklemeden telefonu kapatıyorum.
İçeri girecekken Troye çıkıyor evden. Elinde yine siyah olan çöp poşeti var. Yanına gidiyorum. Beni fark edince sinirli bir şekilde gözlerini deviriyor.
"Her gün elinde çantasıyla senin evinden çıkan takım elbiseli adam baban mı Troye?" diyorum.
Bana bakıyor ve çöp poşetini her zaman yaptığı gibi posta kutusunun yanına bırakıp tekrar bana dönüyor. Kollarını birleştirip "Seni ne kadar ilgilendiriyor ki bu?" diyor.
Söyleyecek cevap bulamayınca onu cevapsız bırakıp eve gidiyorum. Tam içeri girecekken bana sesleniyor "Evet, babam." diyor.
"Merhaba, ben Doktor Roger. Senin adın ne bakalım?" diyor. Elleri birbirine kenetli. Sevecen olmaya çalışıyor.
"Ben, Blaire" diyorum. Gülümsemeye çalışıyorum. Ama gülümsememin sahte olduğu belli oluyor.
"Çok zayıfsın" diyor. "Boyun ve kilonu öğrenebilir miyim Blaire?"
"Boyum 1,71 ve kilom 49" diyorum. Anoreksiya olabileceğimi düşündüğünü biliyorum. "Sınırda" diye mırıldanıyor.
"Teyzen takıntılarından bahsetti. Bana biraz onları anlatır mısın?" diyor. Aklıma Troye geliyor.
"Takıntılarım, evet." deyip sesli bir nefes veriyorum. "İlk olarak ikinci sınıfta başladı. Takıntılı olduğum kişi Joe adında biriydi. Çok dışadönük bir çocuktu. Düz ve sarı saçlıydı. Kahverengi gözleri vardı. Çok zeki sayılmazdı. Ona çok takıntılıydım. Onu takip ediyordum, ona isimsiz mektuplar yolluyordum, defterlerini ödünç alıp -yani çalıp- karıştırıyordum. Bu olay ailesine kadar uzadı ve ben sınıf değiştirmek zorunda kaldım." diyorum.
Biraz duraksayıp devam ediyorum. "Bir sonraki ise altıncı sınıfta oluyor. Bu sefer Orlando adında birine takıntılı oluyorum. Çok sevimli bir çocuktu. Gerçekten çok sevimliydi, tüm okul onu konuşuyordu. Ama aptalın tekiydi. Sarışındı ve saçları düzdü. Kahverengi gözlüydü. Onun yanında oturuyordum. Dersi değil, onu izliyordum. Okulda onu sıkıştırıyordum. Yakın arkadaşlarıyla konuşmalarını dinliyordum. O da bana boş değildi. Onu sıkıştırmamdan rahatsız olmuyordu. Ertesi sene, onlar taşınana kadar takıntım devam etti."
"Bu olaylar yaşandığında neden psikoloğa gelmedin?" diyor kağıda bir şeyler not alırken.
"Ben, bilmiyorum. Bazı konuşmalara kulak misafiri olurdum, teyzem gitmem gerektiğini söylerdi ama annem ve babam istemezdi."
Doktor Roger anladığını belirtmek için mırıldanıyor ve ben devam ediyorum "Üçüncü ise lisede oldu. Lise 3. Adı Lucas'dı. Lucas, tüm okulun gözdesiydi. Lisenin basketbol takımının kaptanıydı. Her hafta pazartesi, salı ve perşembe olmak üzere haftanın üç günü antremana giderdi. Ben onu antremana kadar takip ederdim ve onu izlerdim. Bir keresinde telefon şifresini öğrendim ve telefonunu çalıp fotoğraflarına baktım. Ona olan takıntımdan ailemin vefatından sonra kurtuldum."
"Ailenin vefatını anlatmak ister misin Blaire?" diye soruyor. Onaylıyorum.
"Babam asla öfkesini kontrol edemezdi. Öfke kontrol bozukluğu vardı. Birgün arabada giderlerken anneme sinirlenmiş ve direksiyon hakimiyetini kaybetmiş. Uçurumdan düşmüşler, cesedi bile zor bulundu." diyorum ve gözümden bir yaş akıyor.
"Anladım" diyor ve devam ediyor "ailenin vefatından sonra başka birine takıntılı oldun mu?"
"Ben, ailemin vefatından sonra başka birine takıntılı olacağımı düşünmemiştim. Sadece birkaç gün önce gördüğüm birine takıntılı oldum. O, adımı bile bilmiyor. Ona takıntılı olduğumda ben de onun adını dahi bilmiyordum. Tek bildiğim bir gün eve geldiğimde yandaki eve taşındığıydı. Taşındığı günden beri her gün pencereden onun evini gözetliyorum. Bu delilik biliyorum ama o taşındıktan sonra ertesi gün onu gittiği yere takip ettim. O gün, kayboldu. Ben onu takip ettiğim için buldum ve eve geri getirdim. Ve o gün elimi tutmuştu. O kadar değişik ve güzel bir histi ki."
"Daha sonra onun gitti yere gittim ve adını öğrendim. Adı Troye, gerçekten çok zeki birine benziyor. Takıntılı olduklarımdan zeki olan tek kişi." diyorum ve küçük bir kahkaha atıyorum. "O gerçekten çok, harika. Kıvırcık ve kahverengi saçları var. Benden biraz uzun. Mavi gözleri var. Beni görmezden geliyor. Sanırım, benden nefret ediyor. Onu takip ettiğim için."
"Ama o diğerlerinden daha farklı. Ben, bilmiyorum. O her gün aynı saatte çöp atmaya çıkıyor ve ben de onun yanına gidiyorum. Bana cevap vermese de onunla konuşmak gerçekten beni mutlu ediyor."
Doktor Roger bana birkaç soru daha soruyor ve sonra gidebileceğimi söylüyor. Ben gidince teyzem ile konuşuyor. Ne söylediğini sorsam da bana hiçbir şey anlatmıyor. Zaten, az çok tahmin edebiliyorum. Teyzem beni eve bırakıyor.
Evin önünde bana sarılıyor ve beni çok sevdiğini söylüyor. Ben de ona sarılıyorum. Ona kızsam da, o benim teyzem. Annemden kalan en büyük hatıra.
Saat öğleni bayağı geçmiş. Akşam olmak üzere. Ama posta kutusunun yanındaki çöp poşetinden onun dışarı çıktığını anlıyorum. Troye'un evine bakıyorum sonra kendi evime gidiyorum.
Belki de bu da gelip geçiçi bir şey, diyorum kendi kendime. Ama hiçbir şeyden emin olamıyorum. Çünkü daha önceki takıntılarım daha farklıydı.
Mutfağa geçip bir şeyler hazırlıyorum. Yemeden önce tekrar Troye'un evine bakıyorum. Perdeler açık. Troye'u görüyorum sonra. Bir şeyler ile ilgileniyor.
Yemeğimi yedikten sonra küveti soğuk su ile dolduruyorum ve her zaman olduğu gibi 15 dakika durup çıkıyorum. Bugün çığlık sesi yok, bir şeyler olmuş.
Yatmadan önce tekrar mutfaktan soldaki eve bakıyorum. Salon camları açık kalmış. Demir olmayan tek pencere. İçimdeki dürtüyü susturmaya çalışsam da olmuyor.
Onun evine giremem, diyorum. Kendime engel olmaya çalışıyorum. Olmuyor. En sonunda daha fazla dayanamıyorum ve üstüme bir hırka alıp evden çıkıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suburbia → Troye Sivan
Fanfic"Onu kendimden çok severken hayal kırıklığına uğratacak olan da bendim" 17.09.2016