Hızlı ve sert adımlarla şirkete doğru ilerliyorum. Sorunun asıl kaynağı ile ilgilenmem gerek. Troye'un babası ile.
Şirketten içeri giriyorum ve asansörü beklemeden merdivenlerden çıkıyorum. Shaun'un ofisine kapıyı çalmadan giriyorum. Sadece Shaun'u değil, patronu da görüyorum. "Sen" diyor ikisi de aynı anda.
"Konuşmamız gerek" diyorum Shaun'u göstererek.
"Konuşacak bir şey yok. Gidebilirsin." diyor bana bakmadan. İlgilendiği şeyi alıp yere fırlatıyorum ve elimi sertçe masaya koyuyorum.
"Evet var. Kesinlikle var. Nasıl böyle bir şey yapabilirsin? Sen çok kötü bir insansın" diyorum.
"Oğlumla aramdaki ilişki seni ilgilendirmez" diyor umursamaz bir tavırla.
"Oğlun öyle mi? Oğlun, peki. Şimdi mi aklına geliyor oğlun olduğu? Ona bağırırken, acımasızca tokatlar atarken ve istediğini yapmasına izin vermezken de onun oğlun olduğunu düşünüyor musun?" diye bağırıyorum.
"Ben sadece onun için iyi olanı yapmasını istiyorum. Hepsi bu!" diye karşılık veriyor.
"Bırak da onun için iyi olanı değil, kendi istediğini yapsın. Buna o karar versin! Taşınmak istemiyorsa, taşınmasın. Bu onu mutlu etmiyor, üzüyor."
"Onun kimseye bağlanmasını istemiyorum. Onun kimseyi sevmesini, onun kimseye aşık olmasını istemiyorum. Sonrasında hayal kırıklığına uğrayacağını biliyorum. Onun bunu yaşamasını ve sonunun benim gibi olmasını istemiyorum." diyor normalden daha sessiz bir şekilde.
"Kalbine engel olamaz. Aşık olacaksa olur, sevecekse sever, bağlanacaksa bağlanır. Neden buna izin vermiyorsun? Neden onun için kötü olanı istiyorsun? Ben onu hayal kırıklığına uğratmam!" diyorum ama daha sonra dediğimin yanlış olduğunu fark ediyorum. En büyük hayal kırıklığını ona ben yaşatacağım. İstemesem de, öyle olacak.
Hiçbir şey demeden kapıyı çarparak odadan çıkıyorum. Patron peşimden geliyor. "Onu hiç hayal kırıklığına uğratmayacağından emin misin?" diyor gülerek. "Cesurluğunu sevdim"
Ağlamaya başlıyorum. "Bu iş en iyi nerede sonlanır biliyor musun? Karakolda. Bunca gündür neden hep kendime engel olduğumu anlamıyorum."
Beni kolumdan tutup yere fırlatıyor. Daha sonra tekrar kolumdan tutup ayağa kaldırıyor ve başka bir odaya sürüklüyor. Odaya girip kapıyı kapatıyor. "Sakın" diyor.
"Yapmam gereken bu. Yapmalıyım ve yapacağım. Bu suça daha fazla ortak olamam." diyorum. Bana bir tokat atıyor. Tokatın etkisiyle yere savruluyorum. Daha sonra karnıma bir tekme atıyor.
"Bunu" diyor ve bir tekme daha atıyor. "Asla" diyor ve bir tekme daha atıyor. Daha sonra tişörtümden tutarak beni kaldırıyor ve daha sonra diğer duvara fırlatıyor. "Yapmayacaksın"
"Yapacağım. Dayanamıyorum" diyorum dudağımı tutarken. Yanıma geliyor ve alnıma bir silah dayıyor.
"Bunu yapmanın tek olumlu tarafı o güzel Troye'unun annesine kavuşması olurdu" diyor ve kapıyı açarak beni dışarı fırlatıyor.
Koşarak merdivenleri iniyorum. Gözlerim doluyor. Ağlıyorum, bağırıyorum, haykırıyorum. Kendimden nefret ediyorum.
Mahalleye doğru koşuyorum. Sokağın girişinde suratımı saklayıp evime giriyorum. Tişörtümü çıkarıyorum ve yüzümü iyice yıkıyorum. Dudağım patlamış. Onun dışında pek fazla yara yok. Daha sonra karnıma bakıyorum. Mosmor olmuş ve sızlıyor. Elime geçen ilk merhemi sürüyorum.
Daha sonra bir gömlek giyerek evden çıkıyorum. Troye'a görünmemeye çalışarak arabama biniyorum. Arabayı çalıştıracakken birisi camı tıklatıyor. "Nereye gidiyorsun Blaire? Ne yaptığını anlatacak mısın?"
"Hayır" diyorum ve anahtarı çeviriyorum.
"Yüzüne ne oldu?"
"Önemsiz" diyorum ve camı kapatıyorum. En yakın hastaneye gidiyorum.
Biraz sıra bekledikten sonra doktorun odasına giriyorum. Karşısındaki koltuğa oturuyorum. "Sıkıntın nedir?" diye soruyor. Gömleğimin alttaki birkaç düğmesini açıp karnımı gösteriyorum. "Nasıl oldu?" diye soruyor.
"Karnıma tekme atıldı, 3 kere falan" diyorum umursamaz bir tavırla. Neden gerekli olduğunu bilmediğim birkaç şey yapıyor ve bir merhem ismi veriyor. Daha sonra teşekkür ederek odadan çıkıyorum.
Hastanenin yanındaki eczaneden merhemi alıyorum ve eve gidiyorum. Arabamı park ettikten sonra kapının önünde Troye'u görüyorum. "İçeri giremezsin. Bana her şeyi anlatmak zorundasın." diyor.
"İçeride anlatabilirim" diyorum ve onu ittirerek kapıyı açıyorum. İkimiz de içeri girdiğimizde tekli koltuğa oturuyorum ve ayağımı sehpanın üzerine uzatıyorum.
"Anlatmayacak mısın? Nereye, ne için gittin -gerçi bir tahminim var ama- ve yüzünü nasıl bu hâle getirdin?" diyor ve diğer koltuğa oturuyor.
"Arabayla şu sahilin yanındaki yere gittim biraz orada durdum ve geri dönecekken bir taşa takılıp yuvarlandım. Suratım o yüzden böyle oldu. Çok fazla gerilmiştim, rahatlamaya ihtiyacım vardı."
"Oradan bakınca aptal gibi mi duruyorum? Gerçekleri söyle Blaire" diyor.
"Gerçekler... Yani, gerçekten gerçekleri mi duymak istiyorsun? Hepsi anlattığım gibi oldu. Sen ne sandın ki?"
"Ah, unut gitsin. Eğer bu konunun babam ile bir ilgisi varsa ve seni bu hâle o getirdiyse bunu ödeyecek." diyor elini yumruk yaparak.
"Aslında sana bir şey söylemem gerek. Olaylara bir de babanın açısından baksan? Yani, babanı da dinle çünkü haklı bir yanını elbet bulursun." diyorum yumuşak bir ses tonuyla.
Hızla ayağa kalkıyor. "Babamdan nefret ettiğini söylerken bu da nereden çıktı? Onun haklı bir yanı yok. Bu kadar." diyor ve kapıyı sertçe çarparak gidiyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suburbia → Troye Sivan
Fanfiction"Onu kendimden çok severken hayal kırıklığına uğratacak olan da bendim" 17.09.2016