~"Eminim ki annen güzel bir kadındı."~
Temiz hava akciğerlerime dolarken yürüyorum. Bir banka oturup ayaklarımı uzatıyorum. Kuşların sesi duyuluyor. Sokaklarda neredeyse kimse yok, sadece birkaç kişi.
Eve dönüyorum. Aklıma Doktor Roger'ın kilomdan şüphelenmesi geliyor. Bunun üzerime tartılıyorum. Tartıda yazan rakamı okuyorum. Daha fazla yemek yemeliyim, diye düşünüyorum.
Dolapta bulduğum tüm karbonhidratları lezzetli olacak bir şekilde karıştırıp bolca yiyorum. Daha önce hiç bu kadar doyduğumu hatırlamıyorum.
Sadece bir kerede kilo almayacağımı ve bunun pek sağlıklı olmadığını biliyorum. Sadece, yiyorum.
Tabakları mutfak tezgahına koyarken gözüm pencereye takılıyor. Tabakları oraya koyup hemen pencereye doğru ilerliyorum.
Perdeleri açık, uyanmış. Biraz bakınıyorum. Troye'u etrafta göremeyince odama gidiyorum.
Birkaç gün önce yarım kalan resmime devam ediyorum. Bir saat kadar çizdikten sonra kafamı masadan kaldırıp oturma odasına iniyorum.
Öğlen olmuş. Dışarı çıkıyorum. Kafamı sola çevirdiğimde Troye'u görüyorum. Yanına gidiyorum.
"Bu senin günlük rutinin mi?" diyip kahkaha atıyorum. Çöpü posta kutusunun yanına koyup bana dönüyor. "Dün yaptığın şey çok güzeldi Troye. Bay Thomas çok mutlu oldu. Emin ol, Lisa da anne ve babasının kavga etmediğini görünce çok mutlu olacak"
"Dün, beni çok şaşırttın. Gözlerime inanamadım. Bir mafya babası gibiydin!"
"Abartma, ellerim titriyordu. Korkmuştum. Onun bir şey yapmasından korktum. Sana bir şey olmasından korktum."
"Ya sana bir şey olsaydı?" diyor tek kaşını kaldırarak. Yumuşak bir gülümsemeyle yanıtlıyorum "Benim kimsem yok ki, kimse arkamdan üzülmezdi. Emin ol"
"Sanki benim arkamdan üzülecek birisi vardı" diyor. Sonra arkasını dönüp evine gidiyor.
-
"Anne, burdayım. Biliyorum, beni duymuyorsun ama yine de konuşacağım. Her zamanki gibi küs olarak ayrıldığımız için özür dilerim. Ben, o gece sana bağırmamalıydım. Şuan yanımda olsan, sana asla sesimi yükseltmezdim. Seni bir saniye daha görebilmek için, her şeyimi verirdim." Gözümdeki bir damla yaşı siliyorum.
"Baba, senden de her zamanki gibi özür dilerim. Böyle bir aptallık nasıl yaparım anlamıyorum. Sen benim babamsın, her zaman öyle kalacaksın. O gün sana öyle söylediğim için lütfen affet beni" Sesimin titrediğini fark ediyorum. Göz yaşlarımı tekrar siliyorum.
Siz iyi insanlarsınız. Tanrı, biliyorum ki size cennetin kapılarını açacaktır. Benim yüzümden arabada kavga edip babamın öfke kontrol bozukluğu yüzünden uçurumdan yuvarlanmanızı, istemezdim
Şuan hastanede olup elinizi tutarak bu konuşmayı yapmayı tercih ederdim, tabii cennet kısmı dışında" diyorum. Gülerken göz yaşlarımı siliyorum. "Anne, teyzeme hep derdin ya "Ben ölürsem kızım sana emanet" teyzem beni düşünüyor. Benimle ilgileniyor. Endişelenmene gerek yok. Siz, pek iyi karşılamayabilirsiniz ama psikoloğa gittim. Siz, buna çok karşıydınız. Teyzem gönderdi.
Ölümünüzden sonra çok fazla kilo verdiğimi söylemiştim. Teyzem de bahsetmiştir. Bunu ve takıntılarımı düzeltebilmem için gitmem gerektiğini söyledi. Kabul ettim, zaten kaybedecek bir şeyim yok. Doktor iyi birine benziyor. Ona Joe'yu, Orlando'yu ve Lucas'ı anlattım. Anne, sen Orlando'dan nefret ederdin.
Ben yeni biriyle tanıştım. Aslında buna tam tanışmak deniyor mu bilmiyorum." deyip onlara da Troye'u anlatıyorum.
"Sizi çok seviyorum" diyorum hıçkırıklarım arasında. Sonra arkamda bir haraketlilik görünce hemen arkama dönüyorum.
"Tamam ben ilk gün seni takip etmiş olabilirim ama sen de beni mi takip etmeye başladın?"
"Ne?" diyor.
"Troye, sen burda ne arıyorsun" diyorum. Gözyaşlarımın ıslattığı yanaklarımı siliyorum.
"Ben annemi ziyarete geldim. Ve konuşmanı duydum. Joe, Orlando ve Lucas'a -bir de bana- olan takıntılarını da duydum. Nasıl öldüklerini duydum. Ben, üzgünüm" ona sarılıyorum. Bana karşılık vermiyor ama elini saçlarımda gezdirdiğini anlıyorum. Bunu bana belli etmemeye çalışıyor ama ben hissediyorum.
"Bana takıntılı olman konusunu açmayacağım." diyor.
Beni kendinden ayırıp mezara bakıyor. "Julianne Wooding ve Josh Wooding. Eminim ki annem güzel bir kadındı"
"Öyleydi. Peki ya senin annen? Eminim ki o da çok güzel ve iyi bir kadındı" diyorum. Elimden tutarak beni kendi annesinin mezarına götürüyor. "Laurelle Mellet"
"Benim geldiğim yerde gün batımları daha uzun" göz yaşları yanaklarından süzülüyor. "O kenar mahallede hava kararana kadar oyun oynardım. Bana atıştırmalıklar hazırlardı." Benim de gözlerim doluyor.
"Eğlenirken hayallerimiz ölüyordu. Eğlenirken annemin beyninde her gün ilerleyen bir tümör olduğunu bilmiyordum"
Birbirine kenetlenmiş ellerimizi ayırıyorum. Ona sarılıyorum. Bu sefer bana karşılık veriyor.
"O mezarda yatan kişinin babam olmasını tercih ederdim."
Parmağımı ağzına 'sus' dercesine götürüyorum. "Sakın, bir daha deme öyle"
"Babamın nasıl biri ol-"
"Kapa çeneni. Bunun bir önemi var mı? Oturduğun evi kendi paranla mı aldın ya da -var mı bilmiyorum ama- arabanı? Telefonunu, evindeki eşyaları? Sadece evet de ya da sus" gözlerime bakıyor, susuyor "Dışarıda babaya ihtiyacı olan o kadar çok insan var ki"
"Tamam, bu konuyu kapatalım" diyor ve elimi tutuyor. Burnunu çekip gülümsüyor.
"Seni eski mahalleme götürmemi ister misin?" diye soruyor. Kafamı evet anlamında sallıyorum "O zaman beni takip et"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suburbia → Troye Sivan
Fanfiction"Onu kendimden çok severken hayal kırıklığına uğratacak olan da bendim" 17.09.2016