Troye yine evinden çıkmıyor. Bir hafta olacak ama onu hiç göremiyorum. Çöp atmaya çıkmıyor ve notlarıma cevap vermiyor. Evine gitsem de kapıyı açmıyor.
Evde tüm gün boş boş oturuyorum. Arada bir George'un dükkanına gidiyorum. Geceleri uyuyamıyorum.
Bazen evden çıkıyorum ve kendimi karakolun önünde buluyorum. Sonra geri dönüyorum.
Bu süre boyunca ne Orlando ile ne de Deborah ile karşılaştım. Gerçekten bizimle uğraşmayı bırakmış gibi duruyorlar. Ya da fırtına öncesi sessizlik mi bilemiyorum.
Akşam olduğunda kapım çalıyor. Koşarak kapıyı açıyorum. Troye'u görünce ona sımsıkı sarılıyorum. "Seni çok özledim" diyorum ama cevap vermiyor. "İyi misin? Baban ile ilgili bir durum mu var?"
"İyi değilim." diyor ve tekrar susuyor. Tek bir noktaya odaklanmış ve sadece oraya bakıyor.
"Anlatmayacak mısın?" diyorum. Bir anda her şeyi öğrenmiş olabileceğini düşünüyorum. Annesini, kanserin sebebini ve patronu.
"Beni unutman gerek Blaire. Seni unutmam gerek" diyor gözlerini diktiği noktadan ayırmadan.
"Ne demeye çalışıyorsun? Ne diyorsun? Şunu doğru düzgün anlatsana" diyorum biraz sesimi yükselterek.
"Orlando'nun geldiği ve Deborah'ın beni öptüğü günü hatırlıyor musun? Eve gidince ne kadar dayak yiyeceğini düşünüyordum. Babam beni dövmedi. Sadece 'O kızı unut' dedi. Orlando ile kavga ettiğimiz gün ise eve geldiğinde çok sinirliydi. Her şeyi öğrenmiş."
"Nasıl olabilir?" diyorum şaşkınca.
"Deborah o gün ofise gitmiş ve her şeyi abartarak anlatmış. Senin için Orlando'yu hastanelik ettiğimi ama onun bir suçu olmadığını söylemiş. Ayrıca, senin takıntılarından ve psikoloğa gittiğinden de bahsetmiş."
"Sonunu duymaya korkuyorum" diye fısıldıyorum.
"Babam eve geldiğinde bana sadece 'Kendine bir ev beğen' dedi. Bu ne demek anlıyor musun?" diyor ve gözleri doluyor.
"Taşınacak mısın?" diyorum. Cevap vermiyor. "Cevap ver!" diye bağırıyorum. Sadece susuyor.
"Susma!" diye bağırıyorum. "Anlamıyor musun? Sensiz yapamam." diye bağırıyorum. Ona daha fazla yaklaşıyorum. "Sana aşığım ben. Sana bağlandım. Senin gitmeni öylece oturup izleyemem."
Kızarmış gözleriyle bana bakıyor. Sesimi yumuşatıyorum. "Lütfen, bir şey söyle" konuşmak için ağzını açıyor ama konuşmadan ağzını kapatıyor. "Sessizlikten daha az acıtan bir şey söyle."
Gözlerimin içine bakıyor. "Blaire" diyor. "Yapacak hiçbir şeyim yok"
"Ne demek yapacak hiçbir şeyin yok? Olmalı, elbet vardır."
"Üzgünüm. Taşınıyorum. Babam öyle istiyor. İki hafta içinde bir ev beğenip yerleşmemi istiyor. Benim kötülüğüm için olan her şeyi istiyor"
"Ne yani? Ona karşı gelmez miyiz? İtiraz etmez miyiz? Boyun mu eğeceksin? Bu kadar kolay mı olacak Troye?" diyorum. Kırgınlığım ses tonumdan anlaşıyor.
"Sanki ona karşı gelmedim, sanki itiraz etmedim! Onun nasıl bir pislik olduğunu biliyorsun, beni nasıl dövdüğünü... Lütfen Blaire, zorlaştırma" diyor. İlk başlarda bağırsa da sonlara doğru sesi öyle kısılıyor ki, duyamıyorum.
Ayağa kalkıyor ve bana doğru yaklaşıyor. Gözümden akan bir damla yaşı siliyor. Sarılıyorum. Bana karşılık veriyor. "Sessizlik bundan daha az acıtmıştı" diyorum.
"Beni artık hiçbir şey acıtmıyor. O kadar canım yandı ki, artık hissetmiyorum" diyor titreyen sesiyle.
"Babandan nefret ediyorum" diyorum. Gözlerini deviriyor.
"Ben de" diye karşılık veriyor. Ona sarılıyorum. O kadar sıkıyorum ki onu, sanki bir daha bırakmayacakmışım gibi. Tişörtünü tutuyorum. Daha sonra ellerim saçına gidiyor. "Seni bırakmak istemiyorum" diyorum sessizce.
"Keşke, kaybolduğum zamana geri dönsek. Yine bana 'Kayıp Çocuk' desen ve elini uzatsan. Blaire, sana ne ara bu kadar değer vermeye başladım, hiçbir fikrim yok. Oksijenim gibisin. Sana ihtiyacım var."
"Benim de öyle." diyorum. Ellerini tutuyorum. "Troye, hiç mi şansın yok?"
"9 günüm kaldı. Üzgünüm Blaire. Kendimden de, ondan da nefret ediyorum. Ona baba demek diğer babalara bir hakaret." diyor ve derin bir iç çekiyor. "Onun yerine, Orlando'yu tercih ederim"
"9 gün sonra yaşamamın bir anlamı kalmayacak demek ki. Yine eski Blaire olacağım. Büyük ihtimal yemek yemeyi keser ve kilo kaybı yaşarım. Teyzem ile Orlando'nun babasının evlenmesini sessizce izler ve her gün ağlarım. İstemiyorum, bunları istemiyorum!" diye bağırıyorum ve yere çöküp ağlıyorum.
Troye da yere çöküyor ve bana sarılıyor. Kafamı göğsüne bastırıyor. "Blaire..."
"Her şeyi söylersem, onu ikna edebilir miyim? Öğrenirse, belki de bir şansımız olur. Ama kimseyi tehlikeye atmak istemiyorum" diye düşünüyorum.
"Neyi söylersen onu ikna edebilirsin? Kimi tehlikeye atacaksın?" diye soruyor Troye.
"Ne?"
"Az önce söyledin ya?"
"Hiç. Hiçbir şey söylemedim. Sana öyle gelmiş olmalı." diye geçiştiriyorum. Sesli düşünmüş olmalıyım.
Ayağa kalkıyorum ve suratıma yapışan saçlarımı arkaya atıyorum. Kapıya doğru ilerlerken Troye beni durduruyor. "Nereye?"
"Halletmem gereken bir şey var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suburbia → Troye Sivan
Fanfic"Onu kendimden çok severken hayal kırıklığına uğratacak olan da bendim" 17.09.2016