Bahçede bekliyorum. Çitlerin arasında sadece gözlerim gözükecek şekilde oturuyorum. Troye dışarı çıkıp çöp poşetini yere koyunca ona sesleniyorum "Pist!"
Önce bana doğru sonra evine bakıyor ve bu tarafa geliyor. "Gizli bir görevde misin?" diyor ciddi bir ifadeyle. Ayağa kalkıyorum ve ona bakıyorum. Uzun süre bakıştıktan sonra tuhaf bir ses çıkararak gülmeye başlıyorum.
"Bir yerlere gidelim mi?" diye soruyorum ve omuz silkiyor.
"Sen bilirsin" diyor. Kafa sallayıp beklemesini söylüyorum ve çantamı alıp geri geliyorum.
Bir kafede oturuyoruz ve içecek söylüyoruz. "Dün fazla sorun çıktı mı?" diyorum sessizce.
"Hayır. Her zaman olduğu gibi 3 saat boyunca kendi kendine konuştu." deyip derin bir nefes alıyor.
"Özür dilerim" deyip kafamı eğiyorum. "Seni o saatte çağırmamalıydım"
"Sorun değil. Ben eğlendim. Belki sonra bir daha yaparız"
"Sanmıyorum." Uzun bir sessizlik oluyor. "Annenin neden kanser olduğunu biliyor musun?"
"Niye sordun?" diyor şaşırarak.
"Nedensiz"
"Bilmiyorum. Lanet olsun ki bilmiyorum. Babam da bilmiyor." deyince boğazım düğümleniyor.
"Bir tahmininiz var mı?" diyorum. Sesim titriyor.
"Yok. " diyor ifadesizce.
"Anladım" diyorum. Gözlerim doluyor ve belli etmeden siliyorum. Ona bunu söyleyememek kalbimi acıtıyor. İzin isteyip lavaboya gidiyorum.
Aynaya bakıyorum ve gözlerimden süzülen yaşları görüyorum. Bir kadının tecavüzden ölmesini bilmek ve bunu söyleyememek beni parçalıyor. Bu kadının Troye'un annesi olduğunu bilmek, daha zorlaştırıyor.
Duvara yaslanıyorum ve ağlamaya devam ediyorum. Daha sonra yüzümü yıkıyorum. Aynada kendime bakıyorum. "Üzgünüm, gerçekten üzgünüm Troye. Böyle olması gerek. Seni kaybetmek istemiyorum" diye fısıldıyorum.
"Ne için üzgünsün?" diyor tanıdık bir ses. Hemen arkamı dönüyorum.
"Burada ne işin var senin? Gittiğim her yerde seni görmek zorunda mıyım?" diye bağırıyorum. Deborah'ın sırıtan suratına bakıyorum.
"İlk önce sen benim sorumu yanıtla" diyor. Çantasından bir ruj çıkarıp sürmeye başlıyor.
"Kendi sevgilinle ilgilensene sen. Ben ve Troye arasında olan hiçbir şey seni ilgilendirmez, anlıyor musun?"
"Oh, yani sen ve o sevgilisiniz? Biliyordum." deyince aniden bağırıyorum.
"Biz sevgili değiliz!"
"Eminim öyledir."
"Biliyor musun, sen değmezsin. Sana niye zaman harcıyorum ki?" deyip çıkıyorum ve masaya doğru ilerliyorum. Troye boş boş etrafa bakıyor.
"Geldin mi?" diyor. Daha sonra yüz ifadesi ciddileşiyor. "Noldu? Sinirli ve üzgün duruyorsun."
"Yok bir şey. Sadece Deborah'ı gördüm. Zırvalıyor, tek yaptığı bu"
"Seni üzdü mü? Nerede o?" diyor sinirli bir şekilde ve tuvaletin olduğu taraflara göz gezdiriyor. Elini tutuyorum.
"Tamam, sorun değil. Buna değmez." diyerek onu yatıştırmaya çalışıyorum. Kafasını sallıyor.
"O buradaysa, Orlando da buradadır" diyor bıkkın bir biçimde. Derin bir nefes vererek onaylıyorum. "Belki de onlar huzurumuzu bozmadan kalksak iyi olur. Biraz yürürüz" diyor. Tamam diye mırıldanıp ayağa kalkıyorum.
Hesabı ödemeye giderken karşımıza Orlando çıkıyor. "Bir selam vermeden nereye?"
"Çekil şuradan. Seninle uğraşmak istemiyoruz" diyorum dişlerimi sıkarak.
"Aa, sana yakışıyor mu bu laflar Blaire? Yoksa, hastalıklı mı demeliyim? Hangisini tercih edersin?"
"Çeneni kapamaya ne dersin?" diyor Troye. Ellerini yumruk yapmış. Gözlerinden adeta ateş fışkırıyor.
"Sakin ol şampiyon. Sevgiline bir daha hastalıklı demem. Kusura bakma." diyor Orlando.
"İyi edersin" diyor Troye ve Orlando'ya yumruk atıyor.
"Burada bitmez Troye, burada bitmez Blaire" diye tıslıyor yanağını tutarken. Sonra gidiyor.
Omuzlarımı tutuyor ve iyi olup olmadığımı soruyor. İyi olduğumu söylüyorum. "Kimse sana hastalıklı diyemez." diyor.
Acı bir şekilde gülümsüyorum. "Hadi gidelim" diyorum sessizce.
Hesabı ödeyip kafeden çıkıyoruz. Biraz ona yanaşıyorum. "Daha önce hiç kendine zarar vermeyi düşündün mü?" diyor. Duraksıyorum ve suratına bakıyorum.
"Bu da nereden çıktı? Böyle bir şey mi planlıyorsun? Sakın ya-"
"Sakin ol. Yapmayacağım. Ama daha önce bunu çok düşündüm. Annem öldüğünde, babam bir canavara dönüştüğünde falan. Yaşamanın ne mânası kaldığını düşündüm."
"Annem ve babam öldüğünde kendimi odama kilitledim ve odamdaki her şeyi kırarak kendime zarar vermeye çalıştım. Bundan sonra bir daha mutlu olamayacağımı düşündüm. Korkağın tekiyim, yapmadım. İyi ki yapmamışım."
"Öyle. Ben de öyle düşündüm. Ama son günlerde beni gerçekten gülümsetiyorsun. Teşekkür ederim."
"Sen de beni gülümsetiyorsun Troye. Mutlu olduğumu hissediyorum. Yıllar sonra."
George'un dükkanının önünden geçiyoruz. Daha sonra o sokaktan geçiyoruz. Kutsal sokaktan.
Aynı kaldırıma oturuyor. Yanına oturuyorum. "Kayıp çocuk, artık yolunu öğrenmelisin" deyip gülüyorum. Kolunu omzuma atıyor.
"Bu kayıp çocuk senin için geceleri uyuması gereken yerde denize gidiyor. Onu yargılama!" diyor ve gülüyor.
"Bu anın hiç bitmemesini dilerdim" deyip kolumu onun beline sarıyorum.
"Ben de"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suburbia → Troye Sivan
Fanfiction"Onu kendimden çok severken hayal kırıklığına uğratacak olan da bendim" 17.09.2016