bb :: eight

1.1K 106 160
                                        

Hızlı tren faciasını onun sayesinde atlattıktan sonra, dönme dolabın önüne gelmiştik. Anladığım kadarıyla Niall'ın yükseklik korkusu vardı. O bana hızlı trende yeterince yardım etmişti ve ben de ona bir şekilde destek olma hissi içerisindeydim.

İşe Cece ve Louis'yi vazgeçirmek ile başlayabilirdim.

Niall bir şey demeden dönme dolabı izlerken içimdeki kıpırtıları bir anlığına durdurarak Louis ve Cece'ye odaklandım. Louis dönme dolabın hareketini izliyor, Cece ise bunu fırsat bilirmiş gibi gözlerini ondan ayırmıyordu.

Cece'nin Louis'ye olan her bakışı bir daha onu göremeyecek korkusu ile doluydu. Her seferinde ona son kez bakar gibi bakıyordu.

Bakışları içini onunla doyurmak ister gibiydi.

Yüzüme bir gülümseme yerleştirerek nazik bir şekilde Cece'yi dürttüm. "Dönme dolaba binmek zorunda mıyız?" Dürtmem ile yeşil gözlerini bana çevirmişti. Bir süre sonra gözlerini tekrardan Louis'ye diktiğinde, "Biliyorsun, bana farketmez." dedi. "Ben çoğunluğa uyarım."

Şakasına omzuna vurarak, "Hadi ama, kimi kandırıyorsun?" diyerek güldüm. "Louis varken bizi önemseme."

Louis'nin artık binmemiz ile ilgili bizi seslenmesiyle Cece'ye göz kırptım.

İşte tam şu anda olayı kurtarma zamanımdı.

"Ben binmesem daha iyi olur sanırım, hızlı trende midem bulandı." Louis'ye yüzümü hafiften buruşturarak baktıktan sonra devam ettim. "Niall da benimle kalabilir, sanırım canı pek binmek istemiyor. Siz ikiniz binebilir misiniz?" Gülerek ekledim. "Binebilirsiniz."

Niall'ın koluna girerek çiftimize el salladım ve onu çekiştirmeye başladım.

Başarmıştım.

Kolundan vücuduma yayılan ısı nedense içimi titretse de sesimi çıkarmadan onu atlıkarıncanın olduğu yere getirdim. "Sana çocukça gelebilir belki ama benim kesinlikle favorim." Gözlerimi ona çevirdiğimde bir şey demesine izin vermeden devam ettim. "Şuradaki mavili at benimdir!" Gözlerini gözlerimden ayırmadan gülümsedi. Mavilerinin içi gülerken hiçbir mavinin öyle bir renge sahip olamayacağını fark ettim.

Atlıkarıncalar yavaş bir şekilde dönerken alışkanlık haline getirdiğim fiile, onu düşünmeye devam ettim.

Atlıkarıncalarda çoğu atın boyu ortaydı, fakat aralarında birkaç tane diğerlerine kıyaslamayla daha büyük ve uzun olanlar vardı. Bir tanesine benim yaşlarımda bir kız ve sevgilisi gibi gözüken çocuk binmiş, çocuk arkadan kıza sarılmıştı.

Çıkar telefonu, fotoğraflarını çek, profil resmi yap. Al sana tumblr resmi.

Sesimi çıkarmadan atlıkarıncanın durmasını bekledim. Durduğunda Niall'ı burada bırakacak ve çocukluğumdan beri vazgeçilmezim olan alete binecektim.

Atların hareketi kesildiğinde  ben de alanın içine girip gözüme kestirdiğim ata doğru ilerledim. At büyüktü, diğerlerinden de uzundu ve arkamda bir kişilik daha yer vardı. Daha demin bulunduğum yere başımı döndürüp Niall'a bakmayı istedim fakat bıraktığım yerde yoktu. Gözlerim istemsizce onu ararken belimde bir el hissettim ve elin sahibi benden destek alarak arkamdaki yere yerleşti.

"Beni bırakıp gidemezsin." diyen sesini duyduğumda belimdeki ellerini yanlardan tutarak karnımda birleştirdim ve başımı arkaya dönerek gözlerimin hizasındaki gözlerine bakarken ona gülümsedim. "Bir daha bırakmam."

"Bırakma."

Ve atlıkarınca dönmeye başladı.

Kalbimin üzerinde filler, zürafalar, aslanlar tepişiyordu. Ritmi fazla hızlıydı, düzene girmesini de başaramıyordum. Sanırım atlıkarınca durana ve o ellerini üzerimden çekene kadar gitmeyecekti.

Blue Breath | n.hHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin