Kısa ve neredeyse her şeyin ortaya çıktığı ama istenildiği gibi yazılamayan bir bölüm.
Ve Deniz'i çok ama çok seven bir Ece.
Bana Louis alsana liveforniall8
Şaşkınlıkla etrafımda gözlerimi gezdirdim, ne yapacağımı bilemiyordum. Bu telefonu açarsam gerçekten James'in sesini duyacak mıydım?
Gözlerimi önce Niall'a çevirdim, gözleri telefonumdaydı ve ekrandaki ismi gördüğüne emindim. Telefonu açarsam yanlış anlar mıydı? Başkasıyla konuştuğumu sanmasından korkuyordum. Başka birisini sevdiğimi sanmasından.
Onun yıllardır aşık olduğa kıza rağmen.
Tam bir aptallık.
Gözlerini benden kaçırıp sinirli bir tavırda Liam'a çevirdiğinde ne olduğunu anlamadan telefonumun sesi kesildi, gözlerimi masadakilerde gezdirmeye devam ediyordum. Liam ile Niall'ın arasında bir şeyler geçiyordu ama ne olduğunu çözememiştim. Gözlerimi Cece'ye çevirdiğimde dalgın bir şekilde elindeki kahvesini izlemeye devam ediyordu. Derin bir nefes alarak gözlerimi tekrar telefona çevirdim ve ekranını kilitleyip çantama geri koydum.
"Louis'nin yanına çıkalım mı?" Sesimle Niall'ın gözlerinin bana dönmesini bekledim ama Liam'a bakmaya devam etti. Sessizce devam ettim. "Şey... Uyanmıştır belki diye..."
Cece beni onaylayarak ayağı kalktığında, Liam da aynı şekilde ayağı kalkmıştı. Gözlerimi Niall'a çevirdiğimde hiçbir tepki vermeden oturuyordu. "Hey, Niall. Gelmiyor musun?" Elimi omzuna koyduğumda irkilmiş ve mavilerini hızlı bir şekilde bana çevirmişti.
"Siz gidin," diye mırıldandı, hâlâ yüzünde garip bir ifade vardı. "Ben de birazdan gelirim."
Başımı sallayarak birkaç adımla Cece'nin koluna girdim ve önümüzdeki Liam ile beraber kantinden çıktık. Niall'ın bu davranışından gram kadar bir anlam çıkaramamıştım. Neden birden bire bu kadar garipleşmişti, anlayamıyordum.
Louis'nin odasına geldiğimizde Liam kapıyı tıklatarak açtı, uyanmış ve kendini daha iyi hissedettiğini düşündüğüm Louis ise bu duruma gülmüştü.
"Gel içeriye, J."
Kaşlarımı çattım.
"J?" diye mırıldandım, sağ kolum Cece'nin koluna sarılıydı ve kapının önünde, ayakta bekliyorduk. Ağabeyim ve Harry de buradaydı ve biri oturuyor, diğeri de ayakta dikiliyordu. Louis bize döndüğünde Cece'nin yüzünü gördüğünden olacak ki yüzü bir asıldı ama pek de çaktırmamaya çalışarak devam etti, ama benden kaçmazdı.
"İkinci adının kısaltılmışı, Liam James Pay..."
James.
Liam James.
Ağzımın açık bir şekilde kaldığından emindim. Şaka deyin, Liam James değil deyin. Beni yıllarca seven, benim olduğum her ortamda bulunan o çocuk Liam mıydı?
Niall ile karaoke yaparken bir video.
Arkadaş ortamlarında genellikle sessiz ve içine kapanık olması.
O mesaj... 'Niall'a karşı benim de çözemediğim duygularla bakıyorsun ve ben buna engel olamıyorum.'
Her şey kafamda yavaş yavaş yerini alıyordu.
"Benim..." diye zar zor mırıldandım. "Benim hava almam lazım... Ben dışarı çıkayım..."
Louis'nin yüzü tam olarak telaşlı bir hâldeydi, "Zoe, Zoe, Zoe! Dinle, yanlış anla..."
Cece'nin kolundan çıktığım gibi kendimi odadan attım. Nereye gittiğimi bilmezken sadece yürüyordum, şu anda aklım ve kalbim ne tepki vereceğini şaşırmıştı. Liam hoş bir çocuktu, aslında cidden çok yakışıklı. Kahverengi gözleri, aynı renkteki saçları ile o mükemmel birisiydi ama ben onu en başından beri Zayn'in arkadaşı olarak görmüştüm, bir ağabey yerine koymuştum.
Ben Liam'a o gözle bakamazdım. Niall varken... olmazdı.
Niall. Onu görmeye ihtiyacım vardı.
Sadece ona ihtiyacım vardı.
Durdum, gözlerimi hızlıca etrafta gezdirip nerede olduğumu idrak ettim ve birkaç saniye içerisinde yönümü değiştirip kantine doğru yürümeye başladım.
Birkaç dakika içinde kantine geldiğimde Niall hâlâ aynı yerinde oturuyordu ve hâlâ aynı şekilde garip ve dalgın bakışları vardı. "Niall!" Merdivenleri indiğimde adeta koşarak yanına ulaştım ve onun ayağı kalkmasına bile izin vermeden, şaşkın bakışları eşliğinde ona sarıldım.
İşte bu duyguyu asla anlatamazdım.
Ara sıra birkaç söz karalayan ben, bunu anlatamazdım.
Sevdiğine sarılmak. En ihtiyacın olduğu zamanda sarılmak.
"Sorma..." diye mırıldandım başım omzuna yaslıyken, sonrasında da boynundaki o eşsiz kokusunu içime çekmiştim.
Tahminime göre geçen bir dakikadan sonra yavaşça geri çekildim ve yeni kalktığım sandalyeye tekrardan oturdum. Ellerimi sarılırken sımsıkı sardığım belinden çektiğimdeki boşluk, tarif edilemezdi. Ellerimi dizinin üzerindeki ellerinin üzerine koyup sımsıkı sardım ve gözlerimi gözlerine çevirdim. O mükemmel mavileri, mavi nefesleri üzerimde tuttuğunu farkettiğimde anlığına utanmıştım ama umrumda değildi. Benim sadece ona ihtiyacım vardı.
"Soracağım..." diye mırıldandı, ufaktan gülümsemişti. Gülümseme denilemezdi, dudağının kenarı kıvrılmıştı ama görmüştüm işte; o küçük kıvrılış bile bana huzur veriyordu.
"Olayları bilmiyorsun, biliyorum ama," Derin bir nefes aldım, sanırım buna ihtiyacım vardı. "Bana birkaç haftadır mesaj atan birisinin yakınımdaki, tanıdığım bir insan olduğunu öğrendim."
Yüzündeki ifade saniyesinde değişti. Yüzü öyle bir sertliği ve kırılmışlığa bürünmüştü ki, inanamadım. Nasıl hem sert olabilip hem de her an kırılacak gibi durabilirdi bir insan?
Gözleri... Mavi nefes.
Nefes bu; hem sert bir içe çekiş, hem kırılgan.
"Kimmiş? Liam mı?"
"Evet de... Sen nereden biliyorsun?"
"Anlamadın, değil mi?" diye sordu, "Hiç anlamadın, değil mi?"
"Neyi? " diye mırıldandım. Gülmeye başladı. Gülüyordu fakat gözleri bu durumdan acı çekiyordu ve dolmuşlardı. Hayır, o ağlarsa ben buna dayanamazdım.
Durduk birkaç dakika...
Güldü, ilk defa bir gülüşünden mutlu olamamıştım. Acının gülüşü. "Hiç mi ihtimal vermedin benim James olmama?" Sol gözünden bir damla akmadan hemen önce devam ettirmişti. "Hiç mi sevemezdim seni ben?"
Düştü gözyaşı, düştü ve ben ölmek istedim.
"Hiç mi aşık olamazdım ben sana?" Artık sadece bir gözyaşı değildi akan. İki, üç, dört... İkimizin gözyaşlarıyla beraber akmaya başladı. Sekiz, dokuz, on...
"Yıllarca aşık olduğum o kız sen olamaz mıydın? En yakın arkadaşlarımdan birinin kardeşine aşık olamaz mıydım?"
Sağ elimi elinden çekerek yüzüne götürdüm ve kendi gözyaşlarım akarken onunkileri sildim. Ben sildikçe, diğerini aratmayanları geldi. Onlar düştü, ben sildim. O ağladı, ben ağladım.
"Oldum işte! Oldum, oldum, oldum..."
Ağladık.
Sustuk biz de, her birimiz kapanıp içine.
Sen benim hiç sevmediğim sessizliğimsin, Niall.
Sevmediğimi sevdirdin bana, gökyüzünü ciğerlerinde taşıyan adam.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Breath | n.h
FanfictionBilinmeyen Numara: Ben de kalbimin benimle dalga geçtiğini sanardım, ama emin ol ki Zoe Bilinmeyen Numara: En az kalbim kadar ciddiyim ♣ "Gözlerin gökyüzünün hangi tonu?" Ne kadar samimi birisi olmasa da sormadan edememiştim. Gözlerini merak ediyor...