Gözleri, basit bir mavi olarak tanımlanamazdı. Bu onlara bir hakaret olurdu, kesinlikle sıradan bir mavi diyemezdik.
Şu anın bozulmamasını, zamanı durdurup böyle sonsuza kadar onun gözlerine bakmayı isterdim. Yüzünü izlemeyi, mimiklerini incelemeyi, gözlerinin tonunu çözebilmeyi... O, çok farklıydı. Bilemiyordum, iki hafta kadardır hayatımdaydı fakat bu iki haftada tekrardan hayata döndüğümü hissediyordum.
Ellerini geri çektiğinde ben de toparlandım, belimde hissettiğim boşluğu bir kenara atıp ona gülümsedim. Ona baktıkça, onu izledikçe, insanın sadece gülümseyesi geliyordu.
"Telefonunu vereyim istersen?" diye mırıldandığımda bir yandan da çantamın askısını bir omzumdan düşürmüş ve fermuarını açmaya yönelmiştim. Elini elimin üzerine getirerek fermuarı açmamı engelledi, bunu yaptığında da kaşlarımı çatarak başımı kaldırdım. "Şarjı bitmişti zaten, sonra verirsin." Gülümsediğinde dudaklarının hareketine bakışlarımı çevirdim, genişlemişlerdi ve birkaç dişi kendini öne çıkarmıştı.
Kalbimin ritmi her seferinde hızlanmak zorunda mıydı?
"Louis'ye birkaç kıyafet almaya gidiyordum..." Gülümsemesini kesmeden devam etti. "Benimle gelmek ister misin?"
Çantamı tekrar omzuma geçirdiğimde gözlerimi kıstım. "Ağabeyim nerede?" Aynı şekilde gözlerini kısarak cevap verdiğinde taklidimi yapması gülmeme sebep olmuştu. "Louis'nin yanında."
Yüzümü ekşiterek gülmeye devam ettim. "Kesinlikle seninle geliyorum."
Başını sallayarak hastane bahçesinin otoparkına doğru yürümeye başladığında ben de peşinden adımladım. Birkaç dakika sonra otoparkta, arabasının yanına gelmiştik ve gelene kadar ikimiz de konuşmamıştık. Arabasının kilidini açtığında arkaya binmeme izin vermeyeceğini bildiğimden direk ön tarafın kapısını açarak koltuğa yerleştim. Niall da bindiğinde önce kemerleri takmıştık, ufak bir bakışma sonrasında da arabayı çalıştırmıştı. Kemerini arabaya bindiği anda takması gülümsememe sebep olmuştu.
Otoparktan çıktığımızda gözlerimi camdan ona çevirdim, sırtımı da rahat koltuktan biraz kaydırarak kapıya verdim. Çantamı torpidonun altına koydum. Bacaklarımı koltuğun üzerinde bağdaş yapıp pozisyonumu aldığımda kollarımı da göğsümde bağlamıştım. Neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyordum ama sanırım, bu fırsatı değerlendirmeye girerdi. Onu izleme fırsatım.
Bir süre böyle kalınca sanırım, Niall'ın dikkatini çekmiştim, gözlerini bana çevirdi ve kaşlarını çatarak çok kısa bir süre gözlerini üzerimde gezdirdi. "Bir şey mi oldu? Üzerimde bir şey mi var?" Gözlerini üzerindeki tişörte değdikten hemen sonra tekrar yola çevrildi, araba sürerken gerçekten dikkatliydi ve kuralları ihlal eden bir karaktere benzemiyordu. Hâlâ onun özelliklerini yeni yeni keşfediyor olmam hoşuma gidiyordu.
"Gözlerinin rengini çözemiyorum..." diye mırıldandım. "Bir de sanki, yüzün bir yerden tanıdık geliyor."
"Birkaç saat önce öptüğünden olabilir." deyişinden hemen sonra gözlerimi olduğundan büyük açarak şaşkınlıkla kaşlarımı çattım. Gözlerini tekrardan bana çevirdi, gözleri yüzümün bu hâlini gördükten sonra dudakları genişleyerek yolu izlemeye geri döndü. "Sadece şaka yapıyorum."
Böyle bir şey demesini beklemiyordum, ani olmuştu. Onu öptüğümü ve bundan pişman olmadığımı biliyordum, sadece ilkimin böyle bir şey için gideceğini bilemezdim. Klasik, günün birinde bir erkek arkadaşa sahip olur ve ilk öpücüğüm onunla olur diye hayal kurmuştum.
Yaşadığım, hayalimdeki süslü öpücüğü bine katlamıştı.
Ağabeyim yüzünden hayatımda hiçbir zaman erkek arkadaşım olmayacağını bilirdim, sanırım bu yüzden hayalimdeki öpücük pek de düşündüğüm kadar süslü değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Blue Breath | n.h
FanfictionBilinmeyen Numara: Ben de kalbimin benimle dalga geçtiğini sanardım, ama emin ol ki Zoe Bilinmeyen Numara: En az kalbim kadar ciddiyim ♣ "Gözlerin gökyüzünün hangi tonu?" Ne kadar samimi birisi olmasa da sormadan edememiştim. Gözlerini merak ediyor...