-22-
Sevgiyle gülümseyerek "Ben de seni çok özledim Asmin'im, güzel kızım... Ama babanın biraz işi var burada, bitince hemen gelecek. Anlaştık mı?" dedi Azad. Yumuşayan sesi, yalnızca kızına karşı bu kadar nazik ve anlayışlı çıkıyordu. Hâlbuki zoraki gülüşleriydi bunlar, kimse bilmiyordu. Telefonu kapattığında eski ruhsuz, sessiz, donuk haline geri döndü. Camdan dışarı baktı. Soluklaşan yeşil gözleri dışarıdaki manzaraya dalıp gittiğinde tam da bunu düşünüyordu. Eskiden en azından öldü bildiğinden ona dokunamamasının bir sebebi vardı. Şimdiyse sevdiği kadının yaşadığını bildiği halde ona dokunamıyordu. Neden? Cevap çok basitti. Çünkü onu affedemiyordu. Gururu kırılmıştı, kalbi paramparça olmuştu. Bir yanı çoktan affetmiş yanına koşmak isterken, diğer yanı ona yaptıklarını hatırlatıyor, onun yanına gitmemesi için genç adamı dizginliyordu. Derin bir nefes aldı. "Asmin..." diye mırıldandı. Her zikrettiğinde dudakları pare pare yanıyordu. Kavruluyordu kalbinin en mahrem köşeleri. Yıllardır özlemini çektiği, kızına adını koyduğu büyük aşkı yaşıyordu. Yarım asırdır hasret kaldığı kadın, başka bir şehirde nefes almayı sürdürüyordu. Yıllarca ona yalan söyleyerek. Oysa nasıl yaşamını sürdürdüğünün bir önemi var mıydı? Yaşıyordu işte, nefes alıyordu. Bu kadar bencil olmamalıydı. Babasının sözlerini hatırladı.
"Eğer sen onun yaşadığını bilseydin her dakika, her saniye bir ayağın burada olacaktı. Yanlış mıyım?"
"Böylece aşiretin burada bir şeyler döndüğünü öğrenmesi an meselesiydi. İtiraf et Azad, onu sen bile koruyamazdın. Ona olan aşırı sevgin, Asmin'in sonunu getirirdi. Ben hep bundan korktum. Er ya da geç korktuğum başıma geldi ya, neyse."
Haklıydı, sonuna kadar hem de. Azad dayanamazdı ki onsuzluğa. Onun olmadığı her saniye nefes alamazken yanında olmayacağının garantisini nasıl verebilirdi? Büyük sevgisiyle öldürürdü onu. Kendi elleriyle öldürürdü. Bu yüzden babasına da Asmin'e de ilk duyduğu kadar kızmıyordu. Ve burnunda tütmeye başlamıştı kadının kokusu. Onsuzluğa dayanamıyordu. Fakat gururu, o izin vermiyordu gitmesine. Resepsiyondan gelen telefonla babasının geldiğini öğrendiğinde onu odasına yönlendirdi. Bilal Bey geldiğinde yine o ciddi, öfkeli, soğuk, uzak tavrına büründü. Sanki az önce onu haklı bulan kendisi değilmiş gibi.
"Oğlum..."
Arkasına bile dönmeden onu dinlemeye başladı. Yine ne diyecekti kim bilir.
"Yetmedi mi oğlum?"
"Yetmedi. Yetmeyecek..."
"Bu yaptıkların Asmin'e zarar veriyor Azad, kendine gel artık. Yapma böyle, ne olursun. Biz de keyfimizden saklamadık herhalde. Uzatma artık."
"Uzatmayayım, öyle mi?" Hışımla arkasına dönüp alev topu olmuş bakışlarını babasına çevirdi. "Ufacık bir şeyden bahsediyormuşuz gibi konuşma Allah aşkına!" Nefretini kusabilmek için zaman kolluyordu. Çünkü biliyordu ki bünyesinde kalan her nefret zerresi onu olmadığı biri haline dönüştürebilirdi.
Tam Asmin'in hastanede olduğundan bahsedecekti ki, sözlerini yuttu. Eğer kızcağız duyarsa onu acındırmaya çalıştığını sanır, çok kızardı. "Sen böyle devam et oğul, böyle devam et." Kapıdan çıkıp giderken buraya hangi akla hizmet geldiğini sorguluyordu. En az kendisi kadar acımasız, öfkeli bir oğlu varken kimden merhamet dilenmeye gelmişti? Sustu ve gitti. Hiçbir şey söylemedi. Doğru mu yapmıştı, bilmiyordu. Ama Asmin'i biraz tanıyorsa, onun kendini acındırmak istemediği konusunda haklıydı. Ölse dahi bunu kimseye fark ettirmeden yapardı.
Görünen o ki, babasının bile ona söyleyecek bir şeyi yoktu. Onun da burada kalmasını gerektirecek bir sebep kalmamıştı. Bilal Ağa odadan çıktıktan sonra telefonunu eline aldı ve adamının numarasını tuşladı. "Alo, Mesut. Neredesin şuan?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırılmış Kum Saati ღBİTTİღ
General FictionGERÇEK BİR HAYAT HİKÂYESİNDEN UYARLANMIŞTIR. "Kefenime sarılı umutlarım vardı benim..." Kusurlu topraklara hapsolmak var bir de. Öte tarafta dönüşü olmayan bir bilet kesmek var aydınlığa. Ben seçimimi yaptım, kaçtım... Ve k...