4k olmamızın şerefine size bölüm armağan ediyorum sevgili okurcanlarım. İyi okumalar oyları ve yorum yapmayı unutmayınız teşekkürler😘
...
Gülfidan gideli aradan bir ay geçmişti. Günler günleri kovalarken bizim sınavlarımızda ağırlaşmaya başlamıştı. Herkes artık kendine bir düzen oluşturmuştu. Akşamları hep birlikte yemek yiyorduk. Masada güzel zaman geçiyordu. Ilgaz ve burası bana aile ortamı sağlıyordu. Bu yüzden de pek zorluk çekmiyordum ama ailenin yeri bir başka oluyordu tabiki. Yemek, sohbet, çay derken geçen güzel zamanın ardından biz gençler hepimiz ders başına gidiyorduk. Erhan abi bizlere prefabrik gibi tek odalı bir yer yapmıştı bahçeye. Elektriğini, perdesini falan ayarladıktan sonra iki tane kütüphane kitaplığı aldık. Her birinde 4 ayrı bölme vardı. Yani kişi başı altlı üstlü olarak rafların bir bölümü düşüyordu. Bunlara eşlik olarak ince ve uzunca bir masa, sandalyeler ama sandalye dediğime bakmayın gayet rahatlar. Küçük bir buz dolabı da vardı. Yani küçük bir çalışma odamız vardı. Suna abla arda gelip bize yiyecek içecek şeyler getiriyordu veya bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyordu. Her akşam belirli saatler arasinda burada ders çalışıyor veya bunlarla ilgili bir şeyler yapıyorduk. Yani anlayacağınız düzenimiz tamamiyle oluşmuştu.
Hafta sonları bazen gezme ile bazen evde geçiyordu. Bazen ise aile günü gibi birşey yapıp hep birlikte zaman geçiriyorduk.
Zaman dediğin akıp gidiyordu zaten. Ve biz bu zamanın nasıl geçtiğini birlikteyken anlamıyorduk.
Bugun iste günlerden cumartesi. Herkes kendine planlar yaptı bugün için. Mesela Ilgaz dün öğlenden sonra uçakla Adana'ya döndü hem ailesini görmeye hem de Mert'i görmeye gitti. Beren arkadaşlarıyla plan yapmış o da erkenden evden çıktı. Ferhat dün ne yapacağına hala karar vermediğini söylemişti muhtemelen hala karar vermedi. Erhan abi ve Suna abla birazdan hem dükkanın hemde evin eksiklerini almak için alışverişe gidecekler. Benim de hala bir planım olmadığı için şimdilik evdeyim. Bir süre sonra oturduğum koltukta uyuyakaldığımı Ferhat'ın seslenişi üzerine gözlerimi aralayınca fark ettim. Bunun haricinde başka bir şey daha fark ettim. O da şu ki; Ne zaman uyuyakalsam Ferhat beni uyandırıyor.
"İstersen yatağına kalk uykucu şirin."
"Gerek yok ya tek başıma otururken sıkıntıdan uyudum heralde."
"İyi artık uyumazsın o halde."
"Sanırım."
"Acıktım ben ya. Yiyecek bir şeyler mi yapsak Ilgın?" Tam bir öküz. Evet. Ona ters ters bakıp hiç bir şey söylemeden oturduğum yerden kalktım ve mutfağa doğru adımladım. Ferhat da arkamdan geliyordu. Henüz arkama dönüp bakmamıştım ama hissediyordum geldiğini.
"Ne yiyecez?"
"Baharatlı zıkkımın kökü var. Olur mu Paşam?"
"Kızartırsan neden olmasın." dedi bu sefer de sırıtarak. Buz dolabına şöyle bir göz gezdirdim. İki taze biber, domates, sarımsak elimizde olan malzemelerdi. Bu malzemelerle domates tavası yapmaya karar verdim. Domatesleri biberleri yıkayıp, biberleri bıçağı ve doğrama tahtasını Ferhat'ın önüne koydum.
"Ellerinden öperler." Söylenmeden doğramaya başladı. Bende domatesleri soydum, doğradım. Ardından sarımsakları soyup doğradım. Derken, birlikte herşeyi hazırlayıp pişirdik. Ayran da yaptık bir güzel. Garip bir şekilde aramızda atışma gerçekleşmedi. Yemeğimizi yedikten ve etrafı topladıktan sonra ise film izleme kararı aldık.
Açıkçası ben pek mısır patlatamadığım için mısır patlatma işi Ferhat'a, film seçme işi ise bana kalmıştı.
Eski bir film olmasına rağmen Anadolu Kartalları'nı seçtim. Defalarca kez izlemiş olmama rağmen her seferinde ilk kez izliyormuş hissi veriyordu bana. Uçakları seviyordum ve tabi gökyüzünü de... Sanırım bu filme olan asıl ilgim uçaklara olan merakımdan ve ilgimden kaynaklanıyordu. Ferhat'ın da beğeneceğini düşünüyordum.
Ben düşünürken Ferhat da elindeki mısır tabağını kucağıma bıraktı. Ardından içeriye doğru gidip elinde bir tane ince polar battaniyeyle birlikte geri yanıma döndü. Orta sehpayı da koltuğa yaklaştırdıktan sonra yanıma oturuverdi. Üzerimize polar battaniyeyi örtükten sonra ayaklarını az önce koltuğa yaklastırdığı orta sehpaya da ayaklarını uzattıktan sonra öylece ona bakarken elimde tuttuğum mısır tabağını elimden alıp ortamıza koydu.
"Ee? Ne bakıyorsun hadi uzat ayaklarını da başlat filmi artık." Onun söylediklerine rağmen nedense hala ona bakıyordum. Aslında bakıyor muyum bilmiyorum. Yani bi bakıma dalmıştım. Ben yine tepki vermeyince konuşmaya devam etti."Anlaşıldı. Senin şaşkın şirinliğin tuttu. Hadi küçük hanım şu filmi şirinle de bende şirinleyeyim seninle."
Yine 'şirin'li konuşmalarımız başlamıştı. Şirinlemekten bahsettiği şey fiilerdi. Filmi şirinle derken filmi açmamı, şirinleyeyim seninle derken de izlemekten bahsetti. Aramızda bu konuşmalar sürekli geçtiği için artık kolaylıkla anlayabiliyordum. Onun konuşmasını bozmadan bende ona eşlik ettim."Peki. Hemen şirinliyorum o halde."
Ayklarımı Ferhat'ın uzattığı gibi uzattım ve filmi başlattım. Bir süre sonra ikimizde filme kapılmıştık. Film bittiğinde Ferhatta bir miskinlik, bende ise bitmemiş olmasını istediğim için suratımda bir asılmışlık olmuştu ister istemez. Bu benim elimde olan bir şey değil ki. Her seferinde aynı şeyi yaşardım bu filmde. İzlerken sanki ilk kez izliyor gibi, bitince de hiç bitmesin der gibi...
"O filmin içinde olmak isterdim biliyor musun?"
"Film beni de etkiledi doğrusu."
"Hayır hayır. Sadece o yüzden değil. Gökyüzünü, uçakları ve oraya ait olan her şeyi çok seviyorum. Hiç dikkatini çekti mi? Uçak geçerken onu görebilecek bir yerde isem eğer, kesinlikle kafamı kaldırıp bakarım. Senin yanında da illaki bunu yapmışımdır."
"Evet. Bir kaç kez dikkatimi çektiği olmuştu ama çok üstelemedim."
Aramızda yine bir bakışma ve suskunluk geçiyordu. Zaten bunu sürekli yaşıyorduk ki. Önce bir konu üzerine konuşup sonra susup bu suskunluğa garip bir bakışma ekleniyordu her seferinde. Daha fazla dayanamadım ve ayağa kalktım.
"Etrafı toplasam iyi olacak." dedikten sonra polar battaniyeyi açıp Ferhat'ın üzerinden aldıktan sonra katlamaya başladım. Onu kaltlayıp kolumun arasına sıkıştırdıktan sonra orta sehpayı yerine doğru çektim. Mısır tabağını ve bardaklarımızı da aldıktan sonra mutfağa gittim. Bardakları ve tabağı tezgaha bıraktıktan sonra kolumun altına sıkıştırdığım polar battaniyeyi yatak odasına götürüp yerine koyduktan sonra tekrar mutfağa döndüm. Mutfaktaki bulaşıkların kirini alıp bulaşık makinesine yerleştirdim. Tezgahın üzerini de temizledikten sonra ellerimi yıkayıp ıslak elimi üzerime kuruttum. Bu da bir alışkanlık bende. Havlu veya peçete olmadığından değil elimi üzerime silmezsem içim rahat etmiyordu.
Bir bardağa musluktan su doldurup belimi de tezgaha yaslayıp yavaş yavaş suyumu yudumlamaya başladım.
Aynı zamanda da düşünüyordum. Bizim bu bilinmezliklerle nereye kadar devam edebileceğimizi düşünüyordum. Kendi hislerimi düşünüyordum. Ferhat hayatıma gireli 4-5 ay falan olmuştu aşağı yukarı. Şu an ekim ayındaydık. Ferhat'a ilk başlarda çok fazla gıcık oluyordum evet ama onu tanıdıkça, onunla zaman geçirdikçe ona ısınmaya başladım. Bana olan davranışları, çevresindekilere olan ilgisi, vicdanı, merhameti ilk tanıdığımdaki ona karşı olan gıcıklığımı silip atmıştı. Zamanla içimde bir şeyler kıpırdanmaya başladı. Onun bana olan ilgisi de göz ardı edilemeyecek şekildeydi tabiki. Ve işte asıl bu sebepten dolayı da merak ediyorum bizim aramızdaki bu adı konulmamış şeyin nereye kadar böyle devam edeceğini... Bana acele etmemem gerektiğini, her şeyin bir yeri-zamanı olduğunu söylemişti. Ben de bu yüzden üzerine gitmiyorum. Daha doğrusu gitmemeye çalışıyorum.
Ben düşünürken bir eli kafasında düşünceli bir şekilde mutfak kapısından içeriye giriverdi. Düşünceli ve nasıl desem sıkıntılı bir surat ifadesi vardı yüzünde.
"Ilgın. Ertelediğimiz şeyleri konuşalım mı artık?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYALLERİN ÖTESİNDE...
Teen FictionHayaller ne kadar gerçek olabilirdi ki? Ya da ne kadar umut ediyordum gerçekleşeceğini? Olmuştu işte. 6 yıldır gerçekleşsin diye dua ettiğim insanların 'olmaz' dediği hayalime ilk adımı atmıştım. Atmıştık...