Üniversitede çoğu insanın hayatı monotona bağlardı ya da ben öyle olduğunu düşünürdüm. Çünkü yaşantım boyunca hep aynı yere hapsolmuştum. Fikirlerimin bu yönde gelişmesi olağandı.
Uyanır uyanmaz banyoya girmiş, soğuk bir duş almıştım. Eve geldiğim anda korkmak yerine uyumayı seçtiğimden olsa gerek kendimi iğrenç hissediyordum.
Şimdiyse ıslak saçlarımın omuzlarıma dökülüp uzun kollu kazağımı ıslatmasını umursamadan yumurta kızartıyordum. Ayaklarını sürüyerek yanıma yaklaşan İrem, esnedikten sonra ''Yardım edeyim mi?'' diye sordu. Nedensizce içime yerleşen pişmanlıkla yere çöktüm. İrem'in omuzlarını tutup yüzüme samimiyetsiz de olsa bir tebessüm kondurmayı denedim.
''Git ve elini yüzünü yıka, olur mu?''
Pijamalarını bile değiştirmemişti, başını onaylamak istercesine salladıktan sonra arkasını dönüp uyuşuk adımlarını banyoya yöneltti. İrem henüz on iki yaşındaydı. Gelip bana yardım etme teklifi yerine kahvaltı da neden sosis yok diye sızlanmalıydı. Ne yazık ki aile üyelerimiz hep erken olgunlaşmak zorunda kalmıştı.
Onur'un bıraktığı nottaki ''Şakam yok, İkra'' yazısı aklımı bulandırıyordu. Ne düşüneceğimi şaşırmış halde yanmasına saniyeler kala yumurtayı tabağa alabildim.
Mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlayamasam da bizim standartlarımızdaydı. İrem gelmeden ona portakal suyu, kendime ise çay koydum.
Sandalyesine yerleşirken ''Öğretmen aidat paralarını hatırlattı,'' dedi. ''Babam ne zaman gelecekti?'' diye sorarken aklımdan hesap yapmaya girişmiştim. Yeni bir işe girsem fena olmazdı, sıkışıyorduk.
''Sen uyuduktan sonra aradı abla.''
Kararsızlığı hal ve hareketlerinden belli oluyordu. ''Ne dedi?'' diyerek onu cesaretlendirmeyi denedim. ''Banka hesabına para yatırdığını, bir hafta daha gelemeyeceğini söyledi.''
Yüzümü ovuştururken ifademi kontrol altında tutmaya özen gösterdim.
''Para mevzusu senin düşüneceğin şeyler değil, İrem. Kahvaltını et. Aidat ne kadardı?''
''Elli lira.''
O portakal suyunu yudumlamaya başladığı sırada ayağa kalkıp en köşedeki çekmeceye uzandım. Dikdörtgen cüzdanı sakladığım kuytu köşeden çıkardım. İçinden ne olur ne olmaz diye altmış lira çıkarıp masaya bıraktım.
''Harçlığın...'' dediğimde gülümsemeye çalıştı. ''Gerek yok, okulda acıkmıyorum.''
''Yanında bulunsun,'' derken ısrar ettiğimi anlayan İrem, sessizce parayı çantasının ön gözüne koydu. Cüzdanı eski yerine saklayıp yerime döndüm. Çayımın soğumuş olmasına aldırmadan yudumlamaya devam ettim. Aynı zamanda yumurtadan bir parça alıyor, ekmeği bölüyor ama her şeyi robotlaşmış hareketlerle ilerletiyordum.
Bütün moralim alt üst olmuştu. ''Kalkalım,'' dedim onun da keyifsizliğini fark ettiğimde. İrem sözümü ikiletmedi. Çantasını mutfak masasında bıraktı ve koşarak okul üniformasını giymeye gitti. Tabakları buzdolabına kaldırırken bulaşıkları da akıtıp makineye dizdim.
Genelde altı saat uyurdum. Dünse bir ilki yaşayıp on saat uyuyabilmiştim. Mahmurluğum tam olarak bundandı. Az uyku sıkıntı yaşatmıyordu, çoğu olaydı. Altıma giydiğim siyah dar pantolon ve dizlerimin iki karış üstündeki uzun kazağımla okul için hazırdım. Kendi odama uğrayıp çantamı omzuma astım ve hala ıslaklığını koruyan koyu kahverengi saçlarımı bileğimdeki toka sayesinde öylesine topuz yapıverdim. Şarja bıraktığım telefonumu almayı unutmamıştım.
![](https://img.wattpad.com/cover/79595528-288-k245392.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Kalbin Feryadı
Chick-Lit"Onun ölü kalbinin feryadını duyabilen yegâne insandım, o da dahil."