Düzenlenmiştir.
Savunmasız, narin bir ruhu yok etmek güç müdür? Yoksa karanlığın en dibine hapsolan bir ruhun son çırpınışları mıdır?
Alex'e göre güç, herkesin önünde diz çökmesi, adını duydukları an çaresizce kaçmalarıydı. Buna güçlü olmak diyordu, ruhundaki karanlığın esiri olduğunu bilmeden... Gerçekten güçlü olmak bu muydu? Öyleyse o kızı öldürdüğüm gece dünyanın en güçlü insanı olmalıydım. Fakat o, ruhuma işleyen bir günahtan başka bir şey olmaktan öteye geçememişti. Asıl güç, birilerinin ruhuna dokunduğunu bilmek değil miydi zaten? Yakıp yıkmak çaresiz bir çırpınıştı.
Fakat söz konusu benim gibiler ise bu durum tamamiyle farklılaşıyordu. Canavarlar asla mutlu olamazdı, olsaydı masallar onları yazardı. Annem cadıların iyilik için savaştığını söylerdi. Vampirlerse tam tersi için. Bu yüzden onlardan hep nefret etmiş, onları düşmanım olarak kabul etmiştim. Oysa şimdi düşmanımla aynı içgüdüleri paylaşıyordum. Bu belki de ödemem gereken bir bedeldi.
Günahlarımın karşılığı olarak.
Alex dikkatle bizi izliyor, gerektiğinde yorum yapıyordu. Gücümü henüz toplamıştım, beni apar topar eğitime sokması pek hoşuma gitmese de karşı çıkamamıştım. Sonuçta Alex ile iyi bir başlangıç yaptığımız söylenemezdi. Daha fazla öfkesini üzerime çekmek istediğimden emin değildim. Çünkü Alex öfkelendiğinde mantıklı düşünmeyi bırakıyordu.
Alex'in bakışlarıyla karşılaştığımda düşüncelerimden sıyrılıp rakibime odaklandım. Daha önce birebir bir dövüşe girmemiş olmak bir yana, dövüşeceğim kişi insan kanıyla besleniyordu. Benden daha güçlü olduğu konusunda herkes hemfikirdi. Üstelik kız asırlardır vücut geliştiriyor olmalıydı.
Percy ise dövüşte yeterince iyiydi, karşılaştığı tüm vampirleri yere sermeyi başarmıştı. Alex sahanın ortasına gelip Percy ve diğer vampiri ayırdıktan sonra bize kısa bir bakış attı. "İsteyen kalıp çalışmaya devam edebilir." diye mırıldandıktan yalnızca birkaç saniye sonra bana seslendi.
"Alexandra, sen benimle geliyorsun."
Benden herhangi bir cevap beklemeden yürümeye başladığında gözlerimi devirdim. Sahanın dışına çıkmıştı, buradan sonra tek tük ağaçlar görünmeye başlıyordu. Hızlı adımlarla peşinden gitmeye başladım. Benden ne istiyor olabilirdi?
"Diyelimki ben bir hava vampiriyim ve beni öldürmen gerekiyor. Ne yaparsın?" dedi Alex büyük bir çınar ağacının gövdesine yaslanıp. Sorduğu soru afallamama neden olmuştu. Kaşlarımı çattığımda amacının ne olduğunu düşünüyordum. "Basit." dedim umursamaz bir tavırla. "Bu şekilde boğazını sıkarım."
Ani bir cesaretle Alex'in yanına ulaşıp boğazını tuttuğumda afallama sırası ondaydı. Fakat bu çok kısa sürmüştü, doğrudan yüzüne bakmasam fark edemezdim. Sonra her zamanki sırıtışlarından birini yüzüne yerleştirdi. Ayaklarımın yerden kesilmesi ile sırtımın toprakla buluşması birkaç saniyeden fazla sürmemişti.
"Sana bir tavsiye." dedi Alex kalkmamı engelleyen kolunu çektikten sonra. "Asla düşmanını hafife alma."
Bozulduğumu belli etmeden yerden kalkıp saçlarıma yapışan yaprakları temizledim. Bu sırada Alex ormanın içine doğru yürümeye başlamıştı, koşarak ona yetiştiğimde bana ufak bir bakış attı. "Bir savaşı kazanmanın en önemli kuralı doğru stratejidir." diye mırıldandı. Sesindeki bilgece tavır dikkatimden kaçmamıştı. Ki davranışları da kendimi onun öğrencisiymişim gibi hissetmeme neden oluyordu. "Doğru strateji içinse..."
"Doğru lider gerekir." diyerek cümlesini tamamladığımda Alex, memnun olmuş bir şekilde gülümsedi. Adım atmayı bıraktığında ben de onu taklit edip durdum ve onu izlemeye başladım. Alex sanki doğa yürüyüşüne çıkmışız gibi bir tavırla hareket ediyordu. Neyseki birkaç saniye sonra geldiğimiz yöne doğru adım atmaya başladı ve sahaya doğru yol aldık. Geri dönüşümüz tahminimden daha kısa sürmüştü. Döner dönmez soluğu Percy ve diğerlerinin yanında almıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçgüdü
VampireHayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek en kötü ceza mı? Peki ya cevap bir camın gerisinde olsaydı, yaralanmak pahasına camı kırar mıydınız? Alexandra kırardı. Ve Alex Laurent... On...