Söylediğim gibi, bu bölümü Alex'in ağzından yazdım. Erkek karakterin anlatımına alışık olmadığım için nasıl olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Umarım becerebilmişimdir...
Ayrıca bu bölümü, geçen bölümün Alex'i ilgilendiren kısmı diye düşünebilirsiniz.
İyi okumalar...💜
******************************
Yol arkadaşı olarak seçmeniz gereken son kişi Teo'ydu. Özellikle de benim gibi, sinirleri daima tepesinde olan biriyseniz...Çünkü abim, sıkıcı konuşmalarıyla insanı çıldırma noktasına getirmekte ustaydı.
Birkaç saattir yolda olmamıza rağmen tek kelime etmemiş olması ise beni şaşırtmayı başarmıştı. Bakışlarımı araba farlarının aydınlattığı yoldan çekmeden "Sanırım kafamı ütülemeyeceksin." diye mırıldandım.
Normal şartlar altında çoktan konuşmaya -hatta nutuk çekmeye- başlamış olması gerekiyordu. Teo seslice gülüp "Düşünüyorum." dedi. Zerre umrumda olmamasına rağmen "Ne düşünüyorsun?" diye sordum.
"Nereye yerleşeceğimi." Cevabından sonra kaşlarımı çattım. "Bir yere gitmeyi mi planlıyorsun? Bundan haberim yoktu." Kısa bir anlığına bakışlarımı ona çevirmiştim. "Her şeyden haberin olmasına gerek yok, Alex."
Sert çıkışına karşılık güldüm. "Ama yine de, her şeyden haberim olur." Teo seslice nefesini verdi. "Şu anda kibirli hallerinle uğraşamayacak kadar meşgulüm." Başından beri, ciddiyetini bozmamıştı. Bu da, beni de ciddi olmaya zorluyordu.
"Ona karşı hissettiklerin değişmedi, değil mi?" diye sordum. Alexandra'yı kastetmiştim. Abimin, başından beri o deli kızla ilgilendiğini biliyordum. "Bu yüzden gitmek istiyorsun." Teo hafifçe başını salladı. "Hisleri değiştirmek kolay değildir."
"Fakat annem, bebeğiniz için bir tehdit olmaktan çıkana dek buralardayım."
Araya giren kısa sessizlikten sonra "Peki nereye gitmeyi düşünüyorsun?" diye sordum. Onunla çoğu konuda zıt düşsek de yanımda olması iyi hissettiriyordu. En azından, aramızdan biri mantığıyla hareket ediyordu.
Ancak o diğerleri gibi değildi. Onu yanımda zorla tutamazdım. Tıpkı Alexandra'yı tutamayacağım gibi...
Teo "Roma olabilir." dedi. "Belki New York..." Hiçbir şey söylemedim. Burada kalmasını istiyordum fakat bu, bencillik olurdu. Asırlardır arkamı toplamakla uğraştığı için en azından bu kadarını hak etmişti.
Direksiyonu sıkıca kavrayıp "Aslında onu hak etmiyorum." diye mırıldandım. Alexandra'dan bahsettiğimi anladığını biliyordum. "Baba olmayı da hak etmiyorum."
"Fakat hak etmek için uğraştığını görebiliyorum." Cevabından sonra bakışlarımı ona çevirdim. "Eskisi gibi değilsin, Alex. En azından düşünerek hareket etmeye başladın." Ceketini çıkarıp arka koltuğa fırlattıktan sonra bana baktı.
"Ayrıca Alexandra'yı seviyorsun. Sevgi çoğu şeyi kolaylaştırır." Cevap vermedim. O da Alexandra gibi, sevginin her şeyi düzelteceğine inananlardandı. Sanırım ikisi, bir tür masal aleminde yaşıyordu.
"Günlüğüm Alexandra'da." Teo yeniden konuşmuştu. Belki de neden konuşmadığını sorarak hata yapmıştım. "Ona Cassiopeia'dan bahsetmeyi hiç düşündün mü?" Duyduğum şeyle frene bastım ve tekerlekler acı bir ses çıkararak durdu.
Bakışlarımı ona çevirdiğimde bana bakıyordu. Cassiopeia'yı düşünmeyi bırakmıştım. En azından, onu zihnimin en uzak köşesine gömdüğümü düşünüyordum. Ve aniden ortaya çıkması hoşuma gitmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçgüdü
VampireHayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek en kötü ceza mı? Peki ya cevap bir camın gerisinde olsaydı, yaralanmak pahasına camı kırar mıydınız? Alexandra kırardı. Ve Alex Laurent... On...