Bölüm şarkısı: Jill Andrews-Lost it all
Düzenlenmiştir.
6 Mayıs 1496
Dumanlar zaten siyah olan gökyüzünü simsiyah hale getirirken aldığım darbe ile elma ağaçlarından bir tanesinin altına savrulmuştum. Görüşüm biraz netleştiğinde bu ağacın babamın bize hikayeler anlattığı o ağaç olduğunu fark etmiştim. Fakat başımın arkasından keskin bir acı yükseliyordu. Bu yüzden şu anda gördüklerimin gerçek olup olmadığından emin olamıyordum.
Annemin yandığı yerden gelen çığlıklar kulaklarımı yırtıyor, kalp atışlarım iki katına çıkıyordu. Kıpırdayamıyordum, bacaklarım birer kukla bacağı gibi yığılmıştı. Başımdan akan kan boynuma süzüldüğünde görüşümü yeniden kaybetmeye başlamıştım. Çığlıklar şimdi çok daha uzaktan geliyordu, kalbimin atışlarını ise hissedemiyordum. Karanlığa teslim olmadan önce son gördüğüm büyük bir duman kümesinin beni hapsettiğiydi.
Acı... Duyduğum, bildiğim, hissedebildiğim tek şey buydu. Bu üç harf hayatımı özetliyordu, ölümümde bile yalnız bırakmamıştı. Hafiflediğimi hissediyordum, bulutların üzerinde süzülüyormuşçasına... Ölüm buydu demek, acıyla harmanlanmış bir huzur bulutu...
Hafif bir uğultu duyuyordum ama bu ruhumdan mı geliyordu yoksa bana seslenen meleklerin sesi miydi? Hiçbir şey bilmeden bilinmeze doğru sürükleniyordum. Vücudumdaki tüm hücreler acı içinde kıvranırken yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Tek yaptığım bulutun beni sürüklemesine izin vermekti. Çaresizdim, bundan kurtulmak için Tanrı'ya yalvarmak yapabileceğim tek şeydi.
Fakat O artık beni duymayacaktı. Sonsuza dek.
Günümüz
Vampir olduğumdan beri hissettiğim en çaresiz an buydu. Burada, Alex'in karşısında korkudan titrerken dua etmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Alex'in bakışları göz bebeklerimi deliyor, ruhumun en derinine ulaşıyordu. Kalbim az sonra olacakları biliyormuş gibi hızlanmıştı.
Kırılan zincirlerden birine takılıp düştüğümde Alex bana doğru yaklaşmaya başladı. Öfkesi giderek artıyordu. Bunu gözlerindeki kırmızılığın genişlemesinden anlamıştım. Dalga dalga yayılan öfkesi vücuduma çarpıp kulübeye dağılıyordu. Aramızda herhangi bir konuşma geçmiyordu fakat öfkesi bana olacak her şeyin haberini veriyor gibiydi.
Yanıma ulaştığında bakışlarımı yere indirdim. Beni saçımdan tutup yerden kaldırdığında gözlerim kısa bir anlığına onunkilerle buluşmuştu. Canımı yakan saçımı tutan eli değildi, onun karşısında bu kadar zayıf görünmekti. Fakat şu anda onunla baş edebileceğimi sanmıyordum. Çünkü Alex öfkelendiğinde bambaşka bir canavara dönüşüyordu. Ve ben de bu canavarla henüz tanışmak üzereydim. Alex dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında ürperdiğimi hissettim. "Abim her zaman ne derdi biliyor musun?" diye fısıldadı Alex. "Asıl korkman gerekenler sana dost görünenlerdir."
Hemen ardından Alex beni hızla yere ittiğinde başım toprağa çarpmıştı. Alnımda açılan yara kanla dolarken bir yandan da iyileşmeye başlıyordu. "Seni öldürmem gerekiyor." dedi Alex sakin bir sesle. Daha çok kendi kendine konuşuyor gibiydi. Fakat bu içimin korkuyla dolmasına engel olamamıştı. Alnımı topraktan kaldırmadım. Beni öldürmek isteyen adamdan beni öldürebilecek tek şeye sığınarak kurtulmaya çalışıyordum. Bundan daha zayıf olamazdım.
"Ama ben düşmanlarıma acı çektirmeyi seven biriyim." diye devam etti Alex. Düşman kelimesini iğrenir gibi söylemesi dikkatimden kaçmamıştı. Beni yeniden saçlarımdan çekti ve birkaç adım öteye sürükledi.
Alex beni ayağa kalkmam için zorladıktan sonra parmaklarını boynumun üzerine getirdi ve kolyemi baş ve işaret parmaklarının arasına hapsetti. Yapacağı şeyin farkına vardığımda gözlerimin korkuyla büyüdüğüne emindim. Fakat bu onun umrunda değildi. Kolyemi sertçe çekip kopardığında dişlerimi sıkıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçgüdü
VampireHayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek en kötü ceza mı? Peki ya cevap bir camın gerisinde olsaydı, yaralanmak pahasına camı kırar mıydınız? Alexandra kırardı. Ve Alex Laurent... On...