5 Mayıs 1496"Bu nedir peki?" elimde tuttuğum şişenin içindeki sıvı çalkalandıkça köpürüyordu. Tam olarak ne tür bir sıvı olduğunu bilmiyordum, köpürdükçe renk değiştiriyordu. "Bırak onu Alexandra. Tehlikeli bir iksir o." Annemin uyarı dolu sesini duyar duymaz şişeyi aldığım yere bıraktım.
Annem çalışırken yalnız kalmak isterdi fakat bu sefer ısrarlarımıza dayanamayarak sessiz durma sözüyle yanında kalmamıza izin vermişti. Odanın diğer ucundan Anastasia'nın sesi duyuldu. "Biz ne zaman senin gibi olacağız, anne?"
Anastasia bu soruyu o kadar çok soruyordu ki gözlerimi devirmeden edemedim. Cadı olmaya bu kadar meraklı olması beni şaşırtıyordu. Bu zamanda cadı olmak başınıza gelebilecek en kötü şeydi. Çünkü büyü çalışabileceğimiz tüm alanlar neredeyse vampirlerin elindeydi ve cadılar görüldükleri yerlerde öldürülüyordu.
"Senin için daha vakit var tatlım."
Annemin cevabına bozulan kardeşim yeniden şişeleri kurcalamaya döndü. Annem önündeki kaseye kanından birkaç damla akıttı. "Elini ver Alexandra." Dediği şey karşısında kaşlarımı çattım. Yerimden kıpırdamadığımı görünce devam etti. "Bana güven, kızım."
Annemin beklenti dolu sesi karşısında daha fazla direnemedim ve elimi uzattım. Parmağımın ucunda hissettiğim hafif bir yanmanın ardından kanım kaseye damlamaya başladı. "Bu bir kan büyüsü." diye fısıldadım. Kan büyüsü yapıldıktan sonra karışım istenen nesneye sürülürdü. Böylece büyüyü yapan kişinin ailesi dışından biri bunu asla çözemezdi.
Kan büyüsünün diğer bir özelliği ise zor durumlarda kullanılmasıydı. "Neden yapıyorsun bunu? Bir şey mi var, anne?" diye sordum. Annem telaşlı sesime gülümseyerek cevap verdi. "Bu, sonrası için."
Dediği şeylerin hiçbirinden bir şey anlamamıştım. Soru sormaya hazırlandığım sırada beni susturdu. "Sen yalnızca bana güven. Çünkü güvenebileceğin tek kişi benim."
Günümüz
Dün geceden beri beynimde yankılanan bir cümle tüm huzurumu benden alıp götürmüştü. Yeniden kasvetli, umutsuz havama bürünüp gördüğüm rüyanın yalnızca bir rüyadan ibaret olmasını diledim. Bunca yıldan sonra annemin hayatıma yeniden girip hayatıma yön vermek istemesini kabullenemiyordum. Neden? Neden yüzyıl önce değil de şimdi?
Aklımda çözülmeyi bekleyen onlarca soruyla yatağımdan kalkıp günlerdir değiştirmediğim kıyafetlerimi değiştirdim. Alex'in bana çektirdiği işkencenin izleri pantolonuma işlemişti. Parçalanmayan yer yok denecek kadar azdı. Bunda birde benim Alex'e haddini bildirmemin etkisi vardı tabi.
Saçlarımı toplayıp yemek için aşağıya indim. Bugün önemli bir gündü, bundan sonraki planımızı belirleyecektik. Masanın diğer ucuna, Alex'in tam karşısında benim için ayrılan yere oturdum. Masadakiler bana kaçamak bakışlar atıyordu fakat hiçbirinin konuşacak cesareti yok gibiydi.
"Herkes burada olduğuna göre..." diye mırıldandı Alex. Sesi oldukça neşeliydi.
Gümüş bardağı havaya kaldırarak gülümsedi. "Başlayabiliriz." Cümlesini tamamladıktan sonra masada bulunan herkes birer yudum kan içti. Ben hariç. Ben o sırada Alex'in neyin peşinde olduğunu çözmeye çalışıyordum fakat bu imkansızdı. Şu an gülümsüyordu ama bu bir saniye sonra beni öldürmeyeceği anlamına gelmiyordu.
Gerginliğimi o da fark etmiş olacak ki sırıtışı yüzüne yayıldı. "Bazılarımız iyi uyumamış anlaşılan." dedi gözlerini benden ayırmayarak. Hafifçe gülümsedikten sonra gümüş bardağı dudaklarıma götürdüm. Bardakta hayvan kanı olması biraz daha gülümsememe neden olmuştu. Bardağın içindeki kırmızı sıvıdan birkaç yudum içtikten sonra bakışlarımı Alex'e çevirdim. Hala gözleri üzerimdeydi bu bende gereksiz bir gerginlik yaratıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçgüdü
VampireHayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek en kötü ceza mı? Peki ya cevap bir camın gerisinde olsaydı, yaralanmak pahasına camı kırar mıydınız? Alexandra kırardı. Ve Alex Laurent... On...