20→İnsanın Alışamayacağı Şey

229 11 4
                                    

  Bölüm 20🍁

           UYARI : Bu bölümü tamamen psikolojik olarak ele aldım, ama olması gereken patlamanın yaşandığına inanıyorum. En başından beri olması gereken şeyler daha şiddetli bir şekilde yaşandığı için sıkılmayacağınızı ya da kendinizi kötü hissetmeyeceğinizi umuyorum.

İnsanın alışamayacağı şey yoktur, demişti annem. Net bir hatıra olmamakla birlikte, arkasında silik bir iz bırakmış ve bana yaşadığımız anın detaylarını değil de, geniş bir özetini hediye etmişti. Bu hatıra zihnimde yeşillenmeden önce, kaç yaşımda olduğumu, annem bana bunu söylediğinde nerede olduğumuzu, yüzündeki ifadeyi hatırlamıyordum. Sadece geride sesi vardı, bir de söyledikleri.

İnsanın alışamayacağı şey yoktur.

O an için her zamanki anne nasihatlerinden biri gibi gelmişti, bu yüzden kafamı sallamakla yetinmiş ama dinlemek namına hiçbir çaba göstermemiştim. Şimdi ise annemin burada olmasını ve ona bu sözün gerçekliğini sormak istiyordum. İnsanın alışamayacağı şey yok muydu gerçekten?

Birisinin elinden en sevdiği şeyi alsak, yarın kendine başka sevilecek bir şey mi arardı? Evini yıksak, zaten güzel değildi diyip yeni evlere mi bakınırdı gözü? Canını yaksak, onu tamamen benliğinden uzaklaştırsak, eski halimi sevmiyordum zaten mi derdi?

Öyleyse insan denen varlık, hayatındaki her şeyi ve herkesi unutmak için hatırlıyordu.

Öylesine nankördü ki insanoğlu; şu an seviyorum dediği her şeyi, bir yandan unutmaya çalışıyordu.

İnsanın alışamayacağı şey yoktur, diye tekrarladım kendi kendime. Ne olursa olsun, annemin söylediği bu söze inanmaya ihtiyacım vardı. Sonunu bilmediğim bir yolculuğa çıkmamızın üstünden yarım saat geçmişti ve ben yaklaşık yarım saattir bomboş bakışlarla arabanın camından dışarıyı izlerken, annemin sözünü tekrarlayıp duruyordum. Yanımdaki Barış'ın tek işi arabayı sürmekten ibaretti. Bazen mırıldanmalarım isteğim dışında sesli çıkınca dönüp bakıyor, ama yeni bir sohbet başlatmaya çalışmıyordu.

Üstümde hala ıslak olan kıyafetlerim vardı, tuzun derime nüfus ettiği saçlarımın ucundan ise ritmik bir şekilde su damlacıkları, köprücük kemiklerime damlıyordu. Tenim biraz kaşınıyor, ama garip bir şekilde üşümüyordum. Su, artık beni üşütmeyi bırakmış, bedenimden bir parça haline gelmişti.

Barış da hala ıslak ve sessizdi. Sürdüğü arabaya o kadar odaklanmıştı ki, ıslak olduğunu hissettiğinden şüpheliydim.

"Tekin kızacak," dedim bakışlarımı camdan ayırmadan. "En azından haber vermeliydik."

"Arabasını bir şekilde ona geri vereceğim." Kafamı ona doğru çevirdim, bakışları yolun üstündeydi. "Sen böyle şeylerle kafanı yorma. Üşüyor musun?"

"Üşümüyorum," dedim yeniden dışarıyı izlemek için cama dönerken. Aramızda inanılmaz bir dinginlik vardı, sanki üzerimize yapışan tuz ve su, duygularımızı da katılaştırmıştı. "Uzağa mı gidiyoruz?"

"Çok soru soruyorsun, kelebek." dedi tenimi uyuşturan bir sesle. Kısa süreliğine de olsa bakışlarının bana yöneldiğini hissettim.

"Gitmek istemiyorum."

"Saçmalıyorsun."

"Barış, gerçekten gitmek istemiyorum." dedim, yeniden ona dönerek. Bakışlarımız birbirini bulduğunda, arabaların far ışıkları Barış'ın yüzünü bir karartıp bir aydınlatıyordu. "Geride sadece arkadaşlarımızı bırakmadığımızın farkında değil misin? İşin orada, ablan orada, evin orada."

Bir Kelebek HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin